MÜDAFAA-İ HUKUK HAREKETİ PARTİSİ
ÜYENİN EL KİTABI
YÜCE TÜRK MİLLETİNE
Bugün:
1- Hayatımız ve kaderimiz, irade ve kararlarımızla katılmadığımız, yerli ve yabancı güçler tarafından yönlendirilmekte ve belirlenmektedir.
2- Toplumumuz sürekli olarak yapay sorunlar ve risklerle işgal edilmekte, gerçek sorunlarından uzak, ilgisiz ve duyarsız tutulmak istenmektedir.
3- Halkımızın geleceği ise, yılgınlıklara, belirsizliklere ve ümitsizliklere doğru hızla sürüklenmektedir.
4- Milli Kültürümüz, milli değerlerimiz, düşünce ve hayat tarzımız tehdit, tehlike ve baskı altında bulunmaktadır.
5- Yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı ve paylaşımındaki eşitsizlik ve adaletsizlik, bölgeler arasında nüfus, nüfus yoğunluğu, ekonomik ve sosyal alanda görülen dengesizlik; varlığımızı, gelişmemizi ve geleceğimizi olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu durum, devletimizin bağımsızlığına ve etkinliğine, vatanımızın bütünlüğüne ve milli birliğimize yönelen tüm rakip ve düşmanca düşüncelere, tutum, davranış ve eylemlere uygun ortamlar ve boş alanlar hazırlamaktadır.
6- Toplumumuz büyük bir güven bunalımı içindedir. Özgüvenlerimiz; çözülme, dağılma ve etkinliğini yitirme sürecine girmiştir. Bu durum, halkımızın ve gerçek aydınlarımızın büyük çoğunluğunu sorunlarımıza karşı duyarsız ve tepkisiz kılmakta, her çeşit ve her yönden gelen yalan, çarpıtılmış ve saptırılmış haberlere, propagandalara ve etkin psikolojik harekât uygulamalarına açık ve savunmasız bırakmaktadır.
7- Devletimiz dış ve iç borç batağı içindedir. Bütçe açıkları, ödemeler dengesinin kurulmamış olması, üretim ve sermaye birikimi yetersizliği borçların hatta faizlerinin ödenmesi için tekrar, tekrar borçlanma zorunluluğunu doğurmuştur.
Bu durum, milli varlığımızı, egemenliğimizi, bağımsızlığımızı doğrudan tehdit etmekte, dışa bağımlılığı özendirmekte, devletimizin güç ve etkinliğini, onur ve saygınlığını tehlikeli boyutlara yönlendirmekte, “Güçlü Maliye – Güçlü Devlet” ilkesini terk etmesine, iktisadi hayatımızın ve kamu maliyesinin IMF ve yabancı güçlerin karar ve denetimi altına girmesine neden olmakta, yaşayan ve doğmamış nesillerimizi ağır ve karşılanması zor yükümlülükler altına sokmaktadır.
8- Toplumumuz üretmeden tüketen bir görüntü sergilemektedir. Halkımız kadını -erkeği, çiftçisi-esnafı, memuru-işçisi, işletmeleri-KOBİ’leri ile bir borçlanma isterisine tutulmuş gibidir. Kredi kartlarının, tüketim, ara malı, otomobil, konut kredilerinin alacaklıları ise, çoğunlukla özel bankaları ele geçiren yabancı sermaye sahipleri ve onların yerli işbirlikçileridir.
9- Güvenlik, sağlık, eğitim ve adalet gibi temel kamu hizmetleri çağdaş bilim ve teknolojiden yoksun, halkımızın ihtiyaçlarını, beklentilerini ve özlemlerini karşılamaktan uzaktır. Özel sağlık ve eğitim hizmetlerinden gereği gibi yararlanmak ise zordur, pahalıdır ve kaynak tüketicidir.
Vatanımızın bütünlüğünü korumamız, milletimizin egemenliğini, birliğini, dirliğini, huzur ve refahını, devletimizin bağımsızlığını, gücünü, onur ve saygınlığını, uluslararası düzende hakkı olan durum ve konuma gelmesini sağlamamız için bu sorunlarımızın kesin ve tam olarak kısa sürede ortadan kaldırılması gerekiyor.
Bütün bunlar için tek bir çözüm var. Tek bir yol var.
Bu çözüm ve yol: Yüce Milletimizin yaratıcısı ve sahibi bulunduğu egemenlik hakkını kullanarak, kendi özgür iradesi ve kararları ile kendi hayatını yönlendirecek ve kaderini belirleyecek kendi siyasi partisini kurmaktır.
Bu çözüm ve yol: Yüce Milletimizin güç günlerinde başvurduğu bir düşünce ve hayat tarzıdır. Buna “Müdafaa-i Hukuk” denir. Milletin siyasi hayata bütün güç ve etkinliğiyle katılması ve toplum hayatına egemen olması anlamını taşır. Bugün ülkemizin ve hayatımızın en önemli ihtiyacı da budur.
Açıklanan durum karşısında ve öngörülen çözüm ve yol doğrultusunda ilerlemek ve belirtilen ihtiyacı karşılamak, sorunlarımızı çözmek için senin öz evlâtların olan İl ve İlçe Delegeleri ve Halk Temsilcilerinin bir araya gelerek toplanmasından oluşan “Müdafaa-i Hukuk Hareketi I. Milli Kongresi”nde seçilen Kurucular Kurulu tarafından “Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi” kurulmuştur.
Gücümüzün tek kaynağı ve dayanağımız sensin.
Yüce Allah yardımcımız olsun.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi hakkında
Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi programı insanla başlar ve insan ile biter. İnsan doğanın ve toplumun bir parçası, ailenin kurucu, geliştirici ve devam ettirici unsurudur. İnsan toplum içinde birey haline gelir. Kendine özgü ve ayırt edici davranışları ile kişi olur. Kişilik, milli ortamın hücresi, oluşmasında ilk ve en önemli “Temel ve Kalıcı Unsur”dur. Bir millete bağlı kişiler Milli Kültür Çevresini oluştururlar. Kişilik vatandaşlığa dönüşür. Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisinin insan ile ilgili hedeflerinden bazıları şunlardır:
İnsan ile ilgili politikalarımızdan en önemlilerinden biri şudur:
Aile kutsaldır ve dokunulmazdır. Toplum hayatının ve beka’nın kaynağı, kültür ve medeniyetin, çağdaşlaşma ve ilerlemenin, ekonomik ve sosyal dayanışmanın kuvvet ve gücün dayanağıdır.
Kadın önce bütün hak ve hürriyetlere sahip bir insan, sonra saygın ve onurlu, üretken bir kişi, nihayet toplumun devamında, gelişmesinde, bekasında en büyük etken ve özveri sahibi bir anadır.
Çocuklarımız, ailelerimizin ve toplumumuzun sahip oldukları en değerli ve üzerlerinde en çok özen gösterilmesi gereken varlıklardır.
Partimizin var oluş nedenlerinin ve öncelikli hedeflerinin başında “güçlü aile, güçlü toplum, güçlü devlet” anlayış ve düşüncesinin gerçekleşmesi gelmektedir.
Aile, Doktorluğu, Aile Sağlık Sigortası, Aile Avukatlığı, Aile Dayanışma Birlikleri, Aile Sağlık ve Destek Hizmetleri, hedef ve politikalardan bazılarıdır.
Toplum canlı, sürekli ve ebedi bir varlıktır. Toplum temelini teşkil eden aile grubundan başlayarak, millete kadar ve bunlar arasında her alan ve düzeydeki çeşitli grupların, kurum ve kuruluşların eylemlerini, olgularını ve olaylarını kapsamına alır. Toplum yaşayan bir varlıktır.
Bireyin içinde doğduğu katıldığı grup ve toplulukla birlikte yaşama kararlılığına ve hayatı paylaşma istek ve iradesine denir. Toplum içinde kişiliğin en önemli özelliği ferdi şuur ve öz güvendir. Bu iki özellik vatandaşlığında temelini teşkil eder.
Toplumda ortak inançların, değerlerin ve normların bütünüdür.
Bir toplumda veya onun bazı bölümlerinde güven duygusunun egemen olmasından doğan güçtür.
Bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreyle ilişki kurup, o çevreye katılması ve toplumla bütünleşmesidir. Bireyin zamanla kişilik kazanmasını ve toplumla bütünleşmesini sağlayan üç yol ve etken vardır. Bunlardan birincisi aile ve akraba çevresidir. İkincisi okullar, örgütler, kulüpler, gönüllü kuruluşlardır. Üçüncüsü ise devlettir.
Toplumun yapısında değişme anlamındadır. Toplum yapısı sosyo-kültürel değerlerin, normların, kurumların belirlediği toplumsal ilişkilerden meydana gelir. Önemli olan değişimin toplumsal bütünlüğü, toplum yapısının kendine özgü ve ayırt edici özelliklerini ve öncelikle toplumda kişilerin öz güvenlerini ve toplumsal güveni bozmamasıdır.
Gerçekte insanlık tarihinde teknoloji değişimleri toplumsal değişmenin nedeni olmuştur. Teknoloji kişiler arası ilişkileri ve etkileşimleri, bu ilişkileri düzenleyen değer ve kuralları biçimlendiren en büyük etkendir. Toplum dışarıdan teknoloji ithal ediyor veya alıyorsa, genellikle bu teknolojiye uygun düşünce ve hayat tarzını da ithal eder. Teknolojinin yerlisinin ya da ithal edileninin kullanılması konfor ve kolaylık sağlarsa da kültürel yozlaşma getirmemelidir. Bunun için görsel ve işitsel yayınlarda özgün kültürel öğelere ve Türkçeye seçici bir ağırlık verilmelidir.
Millet kutsal bir varlıktır. Canlıdır, süreklidir ve ebedidir. Millet varlığı, toplumda milli şuurun bireylerce özümsenmesi ve kişilerin topluca kendi hayat ve kaderleri hakkında özgürce karar verme istek ve eğilimlerinin gerçekleşmesi sonunda ortaya çıkar. Millet, milli şuurlaşmanın ve halkın kendi hayat ve kaderine egemen olması iradesinin ve kararının ürünüdür. Yüce Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir” sözleriyle açıklamıştır.
Milli Şuur, aynı coğrafi alan üzerinde yaşayan, ortak kök, tarih ve kültüre sahip bireylerden oluşan bir toplumda, kişiler arası ilişkilerin ve etkileşimlerin, düşünce ve hayat tarzlarının toplumun varlığı ile ilgili sorunların çözülmesi, tehdit ve tehlikelere karşı korunması, bir davanın korunup geliştirilmesi, ortak hedeflere ulaşılması doğrultusunda toplanmalarını ve yönlenmelerini sağlayan güçlü bir bağ ve birlik duygusudur.
Milli Devlet toplumsal bir varlıktır. “Milli” deyimi, belirli bir millete bağlılığı, ona özgü özellikleri, onu temsil eden tüm maddi ve manevi değerleri, değer yargılarını ve davranış biçimlerini belirtir. Milli devlet, varlığını tek bir milletten ve onun iradesinden alan, kişiliğini millet egemenliğiyle özdeşleştirmiş bulunan devlettir. Milli Devlet ve ülkesi çoğunlukla milletin adı ile anılır. “Anadolu” Türklerin bu coğrafi alana son kez gelip, Türk kültür çevresini oluşturdukları zaman “Türkiye” adıyla tanımlanmış ve bin yıldır bu adla anılmıştır. Türkiye, Türk Milletinin vatanı, Türk Devleti’nin ülkesidir.
Çağımızda ve özellikle “Küreselleşme” ve “Bölgesel İttifaklar-Bütünleşmeler” ortamında Milli Devletleri tehdit eden tehlikeler şunlardır:
Milliyetçilik toplumsal bir olgudur. Millete tam bir sadakat ve özveriyle bağlılık demektir. Milli bir toplumda milliyetçilik, kişilerin bütün ilişki ve etkileşimlerinde, tutum ve davranışlarında, düşünce ve hayat tarzlarında, doğal ve toplumsal olaylar karşısında, toplumun gelişme ve değişiminde milletin maddi ve manevi çıkarlarına, ihtiyaç ve beklentilerine önem ve öncelik vermek, özen göstermektir. Milliyetçilik, milletten başka hiçbir yüce güç tanımamaktır. Milliyetçilik tam bağımsızlığı (yani milli menfaatler ile ilgili olarak özgür karar alabilme ve uygulayabilme yeteneğini) sürdürmeye yönelik değerler bütünüdür.
Türk Milliyetçiliği, gerçekçidir, akılcıdır, milli kültürü esas alır. Milli davaya, öz ülküye, milletin çıkarlarına, hedeflerine ve amaçlarına özen gösterir, öncelik verir. Çağdaştır. Tüm insanlara saygı besler. İnsan hak ve özgürlüklerine, diğer milletlere ve o milletlerin de çıkarlarına dikkatli bir ilgi ile bağlıdır. Ayırımcılığı, bölücülüğü, yıkıcılığı hiçbir durum ve şartta kabul etmez ve ettirmez. İlericidir. Toplum bireyleri arasında her alanda dayanışmayı ve yardımlaşmayı özendirir.
Türk Milliyetçiliği, Türk düşünce ve hayat tarzını benimsemek ve özümsemektir.
“Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliğine bağlıdır.”
“Atatürk Milliyetçiliği, Cumhuriyetin bütün fertlerinin kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde yaşayan bir toplum olduğu” anlamındadır. (Anayasa Md. 2. Gerekçesi)
Atatürk, “Türk Milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda uluslararası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içerisinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız hüviyetini saklı tutmaktır.” demektedir.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi’nin Milliyetçilik ile ilgili politikalar şunlardır:
Vatan kutsal bir varlıktır. Canlıdır, kurucudur, koruyucudur, yapıcıdır. İstekleri, beklentileri, ümitleri vardır. Bir milletin üzerinde bütün zamanlarını yaşayıp, paylaştığı, uğrunda emek ve kan döktüğü, gereğinde can verdiği coğrafi alana vatan denir. Vatansız millet, milletsiz vatan düşünülemez. Millet fertleri vatanın çocuklarıdır. Millet egemenliğinin ve tam bağımsızlığın en önemli şartı, vatanın her karış toprağının korunması ve milletin malı olan vatan kaynaklarının millet tarafından işler duruma getirilerek yönetilmesi ve geliştirilmesidir. Vatan canlıdır. Vatan yaşatıcıdır. Vatan kurucudur. Vatan yapıcıdır. Vatanın istekleri vardır. Vatanın beklentileri vardır. Vatanın ümitleri vardır.
Vatanın Bütünlüğü milli hudutlar içerisinde bulunan vatan parçalarının birbirinden ayrılık kabul etmez şekilde bir bütün olduğu anlamındadır. Vatan bütünlüğü, devlet bütünlüğü ile eş anlamdadır. Ülke bütünlüğünü ve millet birliğini kapsar.
Partimizin “Vatan” ile ilgili hedefleri aşağıdadır:
Partimizin açıklanan hedeflere ulaşması, vatanımızın isteklerini, beklentilerini, ümitlerini gerçekleştirmesi amacı ile izleyeceği politikalar şunlardır:
Devlet, kutsal ve ebedi bir varlıktır. Devlet, millet egemenliği, bağımsızlığı, onur ve saygınlığı temeline dayanır. Devletin kurucusu millettir ve milletle özdeştir. Devlet millidir. Sınırları belirlenmiş, ülkesinin toprakları üzerinde egemendir. Devlet bu toprakların bütünlüğünü ve milli birliği temsil eder.
Devlet, milli varlığımızın, yaşama, gelişme ve ilerleme hak ve hürriyetlerimizin, düşünce ve hayat tarzımızın güçlenerek devamını ve bekasını sağlar. Çağdaş anlayış ve yaklaşımlar içerisinde insan hak ve özgürlüklerinin gereklerini yerine getirir, geliştirir ve uygular. Devlet, milli dayanışmayı, her alanda adalet ve eşitliği esas alır. Devlet, hukuktur. Egemenliği ve etkinliği altındaki topraklar ve toplumlar üzerinde adaleti tam ve kesintisiz uygular, kalıcı kılar.
Devlet, iktisadi hayatta yol gösterici, özendirici, destekleyici, yapıcı, denetleyici ve gereğinde doğrudan müdahale edicidir. Sosyal, kültürel, bilim ve teknoloji ve sosyal güvenlik alanlarında kurucu, koruyucu, geliştirici ve destekleyicidir. Devlet, sosyal hakların gereklerini eşit ve adil şekilde yerine getirir.
Genel olarak devlet, siyasi gücün toplumun çıkarları doğrultusunda ve kendine özgü düşünce sistemi içerisinde örgütlenmesi ve kurumlaşmasıdır.
Siyasal gücün temel özelliği toplumda kurallar koyma tekeline sahip bulunması, kurallara aykırılık durumunda yaptırım yetkisini elinde bulundurup, kullanmasıdır. Toplumda açıklanan tekele ve yetkiye sahip tek ve en üstün kurum devlettir. Hiçbir kurum devletten daha üstün ve onun yetkisini kendisine katabilecek güçte değildir.
Siyasi güç, toplumun çoğunluğunun hür ve serbest irade ve kararları ile siyasi iktidara dönüşür. Siyasi iktidar toplumda meşru olarak kurallar koyma ve yaptırım (fiziki güç ve şiddet) uygulama tekeline sahip olur. Bu yolla devlete özgü en önemli yetkiyi kullanma imkânına kavuşur. Devleti temsil eder. Yasama ve yürütme organlarını oluşturur.
Siyasi iktidara meşruluk veren, daha açık anlatımla siyasi iktidarı yasaların ve kamu vicdanının doğru bulduğu yetkilerle donatan ve birbirlerini tamamlayan iki önemli olgu vardır. Bunlardan birincisi, siyasi iktidarın toplumun çoğunluğunun hür ve serbest iradeleriyle oluşmuş olmasıdır. İkincisi, siyasi iktidarın kendisine verilen yetkileri, kanun koyma ve yaptırım tekelini toplumsal düzenin, adaletin ve toplum iyiliğinin sağlanması yönünde kullanmasıdır. Siyasi iktidar, devlete özgü yetkileri devletin amaçları, toplumun çıkar, beklenti ve özlemleri doğrultusunda kullanmak zorundadır. Bu yaklaşımla “Devlet, amacı toplumsal düzenin, adaletin ve toplumun iyiliğini sağlamak olan, belli bir toprak parçası üzerinde yerleşmiş insan topluluğuna dayanan ve bu topraklar üzerinde meşru yaptırım ve denetleme yetkisine sahip bulunan siyasi örgütlenme düzenidir” şeklinde tanımlanmaktadır.
Siyasi iktidarın en önemli rakipleri, bu iktidarı ele geçirmek, paylaşmak, en azından etkilemek amacını taşıyan siyasi partiler, baskı grupları, sivil toplum örgütleridir. Bugün siyasi iktidarları, çağdaş devleti tehdit eden en büyük tehlike, toplumda mal, hizmet, finansman, bilgi, haber, enformasyon ve teknoloji üreten ve bunların üretiminde kullanılan araçlara sahip olan kişilerin ve tekellerin çeşitli yol ve yöntemlerle etkilemeye çalışmalarıdır. Toplumda ve kurumlar arası ilişkilerde güven yıpranmasının nedeni bu çabalardır. Bu duruma karşı koyamayan siyasi iktidarlar toplumun genel çıkarları, beklentileri ve özlemleri doğrultusunda değil, en azından kendi varlıklarını korumak için, kendilerini etkileyen güçlerin çıkarlarını sağlamakla yükümlü konuma girerler ki bu aşamada iktidarlarının meşruluğu tartışılmakla kalmaz, “Devlet Olgusu” – “Varlığı” ve rejimi de tartışılmaya başlanır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık nedeni; Türk milletini, milli birlik ve bütünlük içerisinde, milli kültür ve özdeğerlerine uygun olarak, çağdaş, medeni ve adil bir yönetimle, barışı, huzuru ve refahı sürekli kılarak ebediyen yaşatmaktır. Kutsal olan Türk Devleti;
Kutsal Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatan ve millet bütünlüğünü iç ve dış bütün tehdit ve tehlikelere karşı koruyan, uluslararası düzende varlığını kabul ettiren, milli gücünü her zaman geliştiren bir varlık nedenine dayanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin örgütlenmesinde ve siyasi iktidarın oluşup, çalışmasında belirli ilkeler vardır. Bu ilkeler iki grupta toplanır. Birinci grup ilkeler, Türk İnkılâbının ortaya koyduğu ve Anayasalarda yer alan, kurallaşan ilkelerdir. İkinci grup ilkeler ise, binlerce yıllık tarihimizden gelen Türk devlet düşüncesinin oluşturduğu ilkelerdir. Bunlara “Türk Devlet Geleneği” denir.
Partimiz, Devletimizin Türk Dünyasını oluşturan devletler, toplumlar, topluluklar ile her alanda ve her konudaki ilişkilerini güçlendirip, geliştirecek, “Türk Dünyası Dil Birliği” – “Türk Dünyası Kültür Birliği” – “Türk Dünyası Ekonomik ve Sosyal Birliği”ni gerçekleştirecektir.
Milli Vicdan, kişinin içinde bulunduğu topluma bağlılığı sonucu yaptığı davranış ve eylemlerin sonuçları hakkında bir yargıda bulunması, bir yargıya varması duygusudur.
Milli Duygu
Milli Duygu – Milli His, milletle ilgili sorunların, olayların, davranış ve eylemlerin vatandaşların iç dünyasında (üzerlerinde) uyandırdığı, bıraktığı izlenimlerdir. Bunlar coşku olur, sevinç olur, övünç olur, kıvanç olur, nefret olur, kin olur, üzüntü olur. Milli duygular, vatandaşların millete olan bağlılıkları, millet sorunlarına olan duyarlılıkları ölçüsünde artar, eksilir ve hatta hiçbir iz bırakmadan silinir.
Milli Ahlâk, millet düzeyine erişmiş toplumların önemli sorunları ve konuları karşısında kişilerden beklediği ve talep ettiği tutumlar, davranışlar ve eylemlerdir. Bu sorun ve konular, toplumun huzuru, düzeni, dirliği, milletin birliği, vatanın bütünlüğü, karşı karşıya kalınan tehditler, tehlikeler ve engeller, adaletin kurulup işletilmesi, gelişme ve refah girişimleridir.
Milli ahlâkın elde edilmesi, geliştirilmesi ve sürekli kılınması tamamen bir eğitim sorunudur.
Milli şuur, bireyin içinde doğup, yaşadığı veya katıldığı milletin varlığını, var oluş nedenlerini, bu varlığın korunup, devamı, geliştirilip, bekası için nelerin gerekip, gerekmediğini, kendisine düşen hizmet ve görevlerin neler olduğunu akla, bilgiye dayanan duygularla algılaması, kavraması, anlaması ve bu doğrultuda davranış ve eylemlerde bulunmasıdır. Milleti oluşturan kişiler arasındaki milli bağlar ve milli şuurlaşmadır. Millet olmanın en önemli şartı da bu milli şuurun varlığının daima canlı ve sürekli bilgiyle donatılarak korunmasıdır.
Türk Milleti’nde “Milli Şuur”, Türklüğün en derin güven kaynağı, en engin övünç dayanağı olduğuna inanmaktır. Binlerce yıllık Türk tarihi ve kültürü bu inancın sayısız örneklerini ortaya koymuştur. Milli Şuur, “Ben Bir Türk’üm” – “Ne Mutlu Türk’üm” diyebilmektir.
Toplum ve bireylerde Milli İhtiyaç ve Beklentiler iç ve dış güvenlik, sağlık, beslenme, eğitim, yargı ve adalet, sosyal adalet konuları üzerinde toplanır.
Tarihi Mirasımız, Kültürel Değerlerimiz
Milletimiz binlerce yıllık tarihi mirasa sahiptir. Dünya coğrafyasının başlıca Asya, Avrupa, Afrika kıtalarında, Avrasya ve Ortadoğu bölgelerinin tamamında, Hazar, Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Hint Okyanusu’ndan Adriyatik ve Atlantik kıyılarında geçen ve devam eden bu derin ve anlamlı tarihi süreç bir bütünlük içinde zamanımıza sayısız mücadele ve deneyimleri, başarı ve zaferleri, bozgun, kırılma ve çözülme örneklerini bizlere miras bırakmış ve emanet etmiştir. Bu miras ve emanetler, milli özelliklerimizin, yeteneklerimizin ve niteliklerimizin kaynağıdır. Bağımsızlığın (istiklâlin) özgürlüğün, egemenliğin ve gücün milletimizde bir karakter olarak gelişmesinin de nedeni tarihi mirasımızdır.
Dilimiz, inançlarımız, örf ve adetlerimiz, müziğimiz, mimarimiz, edebiyatımız, sanatımız, devlet anlayışımız, iktisadi ve fikri hayatımız, tarih şuurumuz, sosyal hayattaki yaklaşımlarımız gibi değerlerimiz kültürümüzün temel unsurlarıdır. Kültürel değerlerimiz aynı zamanda milli değerlerimizdir. Özdeştirler, anlamları birdir.
Partimizin Tarihi Mirasımız ve Kültür Değerlerimiz ile ilgili hedefleri ve politikaları şunlardır:
Türklük bir hayat tarzıdır. Türklük bir ülkü ve kültür birliği olarak, binlerce yıl içerisinde oluşan bu hayat tarzını bütün görüşleriyle tutum ve davranışlarıyla ortaya koymak, “milli benliği” bozucu, yıpratıcı, dağıtıcı her türlü düşüncelerle, sistemlerle, davranışlarla, hareketlerle mücadele etmek anlamına gelir. Bu yaklaşımla Türklük şuuru dinamiktir. Canlıdır. Gelişme durumundadır.
Vatandaşları arasında görüş tarzları, tutum ve davranışları arasında bir bütünlük Cumhuriyetin varlığı ve gelişmesi için hem en önemli bir kaynak, hem de “Milli Gücün” gelişmesinde ve “Milli Benliğin” korunmasında vazgeçilmez bir unsurdur. Cumhuriyet bu görüş tarzlarının, tutum ve davranışlarının oluşturduğu bir hayat tarzının sonucudur. Ve bu hayat tarzını temsil eder. Toplumun siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik hayatındaki görüş ayrılıklarının, farklı düşüncelerin, farklı tutum ve davranışların hududu “Cumhuriyet Hayat Tarzı” ile çerçevelenmiştir. Bunun dışına çıkılması halinde, toplumda bütünlük zedelenir, yıpranır ve çözülme başlar ki, o artık Cumhuriyetimiz değildir.
Cumhuriyetin Hayat Tarzı’nı Atatürkçü Düşünce açıklamaktadır. Bu düşünce sistemi günümüze kadar yeterince ve gereğince incelenmediği, araştırılmadığı ve Atatürkçü Düşünce bir kısım eksik ve kulaktan dolma tarihi olaylara bağlandığı için genç nesillere doğru aktarılamamış, onların eğitiminde ana kaynak ve temel olan görüşler, tutum ve davranışlar öğrenilememiş, öğretilememiştir.
Gerçekte ise bütün Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti için hayat tarzının düşünce, fikir, davranış, tutum ve görüş kaynağı Atatürkçü Düşüncedir. Çünkü, bu düşünce binlerce yıllık bir tarihe, tamamen Türk milletinin “özünden” çıkan yeteneklere, özelliklere dayanmakta, onlardan kaynaklanmaktadır.
Partimizin Düşünce ve Hayat Tarzımız konusundaki hedeflerine ulaşmak için izleyeceği politikalar şunlardır:
Türk Milleti’nin davası Türk İnkılâbı’dır. Türk Milleti’nin davası, Türk İnkılâbı ile elde edilenlerin korunması, geliştirilmesi ve bekasının sağlanmasıdır. Türk İnkılâbı geçmişle-geleceği yaşadığımız zaman kesitinde birleştiren somut gerçekleri kapsamına alır. Bunlar: Yeni Vatan, Yeni Toplum ve Yeni Devlet’tir. Bu nedenle, Türk Milleti’nin dünden-bugüne ve yarına yönelen gerçek davası kısaca, yeni vatanın, yeni toplumun ve yeni devletin korunması, geliştirilmesi ve bekasının sağlanmasıdır.
İkinci olarak Türk İnkılâbı yeni vatanın, yeni toplumun, yeni devletin bütünlüğünü, bağımsızlığını, hürriyetini, egemenliğini güvenceye almak, çağdaşlaşmalarını, ilerlemelerini, yükselmelerini sağlamak amacıyla siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, hukukî, eğitim, bilim ve teknoloji gibi alanlarda aralıksız şekilde yapılan ve sürekli kılınması gereken devrimleri de ifade eder. Bu yaklaşımla Türk Milleti’nin davası Yeni Vatanın, Yeni Toplumun, Yeni Devletin ve yapılan devrimlerin korunması, geliştirilmesi ve sonsuza kadar devamının sağlanmasıdır.
Partimizin Türk Milletinin Davası konusunda hedefleri aşağıdadır:
a- Bütün zamanlar için hedefler:
b- Mekân – Coğrafya açısından hedefler:
“Özülkü” deyimi, Türk Milleti’nin Yüce Atatürk’ün öncülüğünde ve liderliğinde gerçekleştirdiği Türk inkılâbı ile kazandıklarını koruyup, geliştirerek, Türk düşünce ve hayat tarzını, Türk kültürünü çağdaş uygarlıklar üzerine çıkarma hedefine doğru hızla ilerlerken geleceğe yönelik tasarımlarını açıklar. Bu Birincisi, insanlık ülküsüdür. İkincisi, “Milli kültürümüzü çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkarmaktır.” Üçüncüsü; Türk Milletini, Türklüğü ve Türk Dünyasını uzayın derinliklerinde yer alacak konum ve duruma getirmektir.
“Milli Menfaat” bir milletin güvenlik ve refah ihtiyaçlarını karşılamak, bekasını sağlamak amacıyla inandığı ve zorunlu gördüğü düşüncelerini, tutumlarını, davranış ve eylemlerini belirleyip, açıklamasıdır.
Millî Menfaat milletin sahibi olduğu tarihi ve kültürel mirasından kaynaklanır. Milletin kurucu ve yaşatıcı unsuru olduğu devletin var oluş nedenlerini esas alır. Millî Dava ve Millî Mefkûre doğrultusunda geliştirilir. Millî Hedefleri belirler.
Türk Milletinin Menfaatleri (Çıkarları)
“Milli Hedefler” genel olarak, elde edilmeleri durumunda milli menfaatlerin gerçekleşmesini sağlayan hususlara milli hedefler denilmektedir.
Milli Hedefler, milli davalar ve milli ülküler doğrultusunda milli menfaatlerin gerçekleşmesi için elde edilmeleri, ulaşılmaları, erişilmeleri gereken sonuçlar, durumlar ve konumlardır.
Siyasî hayat, millî varlığımızın korunması, devamı, geliştirilmesi ve bekası amacıyla toplum ve kamu hayatının örgütlendirilmesi ve bu örgütlere halkın katılması ile güç ve süreklilik kazandırılmasıdır. Siyasi hayatın temeli ve kurucu unsuru egemenlik haklarına sahip, tam bağımsız Türk Milleti’dir.
Milli Egemenlik, millet olmanın sonucu ve gereğidir. Millet denilen varlığın özgür (hür) ve bağımsız iradesi milli egemenliğin kurucu ve devam ettirici unsurudur. Toplum içinde tek üstün güç ve iktidar millete aittir. Bu üstün güç ve iktidar tekeli, millete ortak tanımayan, bölünmeyen, paylaşılamayan ve devredilemeyen bir hak sağlar, toplumun kaderinde ve yönetiminde söz ve eylem sahibi olma yetkisini verir ve sorumluluğunu yükler. Bu hak ve yetkinin tümüne Milli Egemenlik denilir. Milli Egemenlik, millet düzeyine erişmiş bir toplumda hürriyetlerin, eşitliğin ve adaletin devamlı ve kesintisiz olarak sağlanması ve korunması için o toplumu meydana getiren fertlerin her birinde ayrı, ayrı bulunduğu doğal olarak kabul edilen iradelerin birleşip, kaynaşarak millet iradesine dönüşmesi, açıklanması ve örgütlenmesidir.
Milli Egemenlik Hakkının Örgütlenmesi, Türk Milleti sahibi olduğu milli egemenlik hakkını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adı altında kurduğu ve varlığının devamı, korunması, geliştirilmesi görev ve sorumluluğunu verdiği bir kurum ile örgütlendirmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin millete karşı sorumluluğu, yükümlülüğü ve eski bir deyimle “vebali” dünyanın hiçbir meclisi, senatosu ve parlamentosu ile kıyaslanamayacak kadar ağırdır. Çünkü Meclis, Türk varlığının, hayatının, onurunun koruyucusu ve temsilcisidir.
Tam Bağımsızlık, Türk milletinin sahibi olduğu egemenlik hakkını kendi özgür iradesi ve kararı ile serbestçe kullanmasının temel şartı; hür, saygın ve onurlu bir millet olarak yaşamasının vazgeçilmez esasıdır.
Tam Bağımsızlık, hayat tarzımızın temel niteliğidir. Hürriyetimizin, haklarımızın, refah ve mutluluğumuzun, insanlık dünyasında onurlu ve saygın bir konuma sahip olmamızın tek şartı tam bağımsızlıktır.
Tam Bağımsızlık, toplum ve devlet hayatında siyasi, iktisadi, sosyal, mali, askeri, kültürel ve benzeri her alanda tam bağımsızlık ve tam serbesti demektir. Bu sayılanlardan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, herhangi bir hususta bağımsızlığın zedelenmesine, çözülmesine, etkilenmesine seyirci kalmak, duyarsız kalmak milletin gerçek anlamda bütün bağımsızlığından mahrum olması demektir.
Tam Bağımsızlık için temel ve ölmez ilke; bağımsızlığını ve hürriyetlerini her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedelemeye ve kayıtlamaya asla müsaade etmemek, bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün anlamıyla koruyabilmek ve bunun için gerekirse son ferdinin, son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı bir örnekle süslemektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Milleti’ni temsil eder. Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Millet egemenliğinin ve tam bağımsızlığın belirdiği yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Milleti’nin kendisini idare etme şuurunun, siyasî hayata doğrudan katılma iradesinin ve toplumun iktisadî, sosyal, kültürel, bilim ve teknoloji hayatına egemenliğinin tek simgesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Millet Egemenliği esasına bağlı olarak yönetilen, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın “Başlangıcı”nda belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Siyasi İktidar, kanunun belirttiği esaslar içerisinde, millet çoğunluğunu temsil eden siyasi partinin veya partilerin göreve başlamasıyla oluşur. Siyasi İktidar millete karşı taahhütlerini gerçekleştirme ve devlet işlerini yürütme sorumluluğunu, milletten aldığı yüksek güç ve yetkiye dayanarak yerine getirir ve yalnız millete karşı sorumlu olur.
Demokratik siyasi hayatın en belirgin özelliği, Siyasi İktidarın karşısında oluşacak siyasi muhalefetin varlığıdır. Kanunen belirtilmiş esaslar içerisinde millet çoğunluğunun oyunu kazanamayan Siyasi Partiler tek, tek ve/veya topluca milletin muhalefet güç ve yetkisini temsil ederler.
Partimiz, muhalefetin iktidarın sahip bulunduğu güvencelerle donatılmış biçimde sürekliliğini esas kabul eder. Muhalefetin milletten aldıkları güç ve yetkiyi Siyasi İktidarın sorumluluklarını ve yükümlülüklerini yerine getirip, getirmediği doğrultusunda kullanmaları gerektiğine inanır.
Siyasi Partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Partimiz, ülkemizde insan hak ve hürriyetlerinin hiçbirine öncelik, ayrıcalık ve ağırlık tanımadan, tam ve bütün gerekleriyle, güven içinde uygulandığı bir siyasi hayatın ve düzenin kurulmasını öncelikli tercihleri arasında saymaktadır. Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, siyasi hak ve hürriyetlerinin ve bunların gereği olan örgütlenme haklarını kullanmasında serbesttir. Bu yaklaşımla Parti, her düşünce, her inanç ve her tutum ve davranış sahiplerinin de açıklanan hak ve hürriyetlerini Cumhuriyetin Anayasası’nın öngördüğü esasları kullanmalarının serbest olmasını kabul eder.
Demokratik bir düzende Baskı Grupları, vatandaşların hak ve hürriyetlerini kullanmalarının güvencesi ve geliştirici unsurlarıdır.
Partimiz, milletimizin vicdanının, şuurunun ve fikirlerinin oluşturduğu siyasi ortamı daha etkin ve belirgin kılacağına inandığı Baskı Grupları’nın Siyasi Hayatın temel unsurları şeklinde Anayasal haklarla donatılmalarını kabul eder. Sivil Toplum Örgütleri’nin de bu güvenceye kavuşturulup, hukuk düzenimizde yer almalarını esas alır.
Kişi hak ve hürriyetleri kutsaldır. Kişi hak ve hürriyetleri hayat tarzımızın temel özelliğidir ve gelişmesi için en önemli potansiyel gücüdür. Türk vatandaşlarının doğuştan sahibi bulundukları hak ve hürriyetlerini tam, eşit ve kesintisiz olarak, güvenlik için de kullanmaları Partimizin bağlı olduğu ilkelerin başında yer alır.
Yürütme Organı Bakanlar Kurulu’dur. Yürütme Görevinin Kaynağı milletimizin vicdanı, şuuru ve fikirleridir. Partimiz, Yürütme Organı’nın bu kaynaktan doğan ihtiyaçları, amaçları, çıkarları sağlamak; özlem ve beklentilerini gerçekleştirmekle yükümlü olduğuna inanır. Milletten toplanan ve milli kaynaklardan sağlanan mali kaynakların halkımızın güvenliğine, refahına, mutluluğuna verimli ve etkin biçimde tahsisine özen gösterir, önem verir. Bu yaklaşımla Partimiz, Yürütme Organı’nın yetki ve sorumluluklarının istikrarlı, dengeli, verimli ve bütün yurt sathına yayılacak biçimde faaliyetlere dönüşmesi önlemlerini alır. Yürütme Görevi: Yürütme Organı’nın görevlerini Bakanlar Kurulu Programı belirler.
Kamu Yönetimi’nin esası, halka ve topluma hizmetin bir kamu hizmeti sayılarak örgütlenmesi ve işler durumda devam ettirilmesi zorunluluğuna dayanır. Partimiz açıklanan zorunluluğun gereklerinin yerine getirilebilmesinin, her şeyden önce halkın kamu yönetiminin kudretine olduğu kadar şefkatine ve dürüstlüğüne de inanması gerektiğini kabul eder. Bunun için, kamu yönetiminin her alanında, her konusunda, her işlevinde, her düzeyinde doğruluğu, ciddiyeti, halka güven ve sevgiyi, basitliği, kolaylığı, ucuzluğu, açıklığı ve gerektiğinde hesap verme ahlâkını kısaca Türk kamu yönetiminin erdemliğini ve çağdaşlığını olumsuz yönden etkileyen bütün engelleri kaldırmaya idareyi yeniden düzenlemeye ve yeni bir bürokrasi misyonu oluşturmaya kararlıdır.
Partimiz, idareyi siyasi baskılardan, talep ve isteklerden arındırmaya, doğrudan halkımızın hizmetine yönlendirmeye ve çağdaş bir yapıya kavuşturmaya kararlıdır. Gereken maddi ve manevi güvenlik ve istikrar ortamının sağlanması durumunda, kamu hizmetlerini yerine getirmekle yükümlü yöneticilerin, memurların ve diğer görevlilerin toplumumuzun gerçek eğilimlerini ve çıkarlarını, kişilerin, grupların, siyasi partilerin çıkarlarından daha üstün tutacağına inanan partimiz, idarenin yeniden yapılanmasını ve yeni bir kamu düzeni kurulmasını öngörmektedir.
Partimiz, bu çalışmalara paralel olarak, hizmet tanımları yapılmış, görevliler arası sistemi doğru, adil ve etkin hale getirilmiş yeni bir Personel Rejimini ve kamu personelinin ekonomik, sosyal haklarını tam, doğru ve kesintisiz biçimde dikkate alan çağdaş bir düzeni gerçekleştirecektir.
Kamu yöneticilerinin, memurların ve diğer kamu hizmeti görevlilerinin mali yükümlülüklerinden muaf tutulmasını sağlayacak sistemlerin araştırılmasını ve uygulanabilir olanların derhal yerine getirilmesini araştıracak, iktisadi ve çalışma hayatımızı, sosyal güvenlik düzenimizi sıkıntıya sokmayan önlemleri alacaktır. Bu araştırmaların amacı, Net Maaş-Net Ücret modelinin geliştirilmesidir.
Partimiz, memurlarımıza çeşitli konut kredisi, öğretim ve eğitim yardımı, nişan, düğün, doğum ve benzeri mutlu günlerin gerektirdiği harcamaları, çeşitli mal alım kredilerini, sigortacılığı özendirecek bir etkinliğe kavuşmasını gerçekleştirecektir. Memurlarımızın katkı ve katılımları ile oluşacak kurumlar, memurlarımız tarafından yönlendirilecek ve yönetilecektir.
Yerel Yönetimler, halkımızın gerçek eğilimleri ve çıkarları doğrultusunda ortak yerel ihtiyaçları karşılayan ve vatandaşlarımızın yaşadıkları yerlerde yönetime katılma hak ve hürriyetlerini kullanmaları sonucu meydana gelen demokratik kamu hizmet birimleri ve kuruluşlarıdır. Tüzel kişiliğe sahiptirler. Partimiz bu anlayışla köylerimizi, ilçelerimizi, illerimizi kapsamına alan yerel yönetimleri halkımızın güvenlik, sağlık, eğitim, yerleşme, konut, çevre, şehirleşme gibi ihtiyaçlarını doğrudan ve en etkin şekilde karşılamaları için gereken düzenlemeleri yapacak, bunları sağlıklı ve işler bir yapıya kavuşturacaktır. Bucak Teşkilâtları yeniden kurulacak, dağınık köy ve kırsal kesim yerleşim birimleri Bucak Teşkilâtları çatısı altında yeniden düzenlenerek, köylerimizin iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma çabalarına katılmalarını, kaynak tasarrufunu, verim ve etkinliği sağlayacaktır. Bütün belediyelerimiz mali imkânlara kavuşturulacak, kendi potansiyel kuvvetlerini, kendileri güç haline getireceklerdir. İlçe Özel İdareleri kurulacaktır. Yerel yönetimlerin hizmetlerini yerine getirirken karşılaştıkları bütün idari, yasal engeller kaldırılacaktır. Belediyeler ve genel olarak yerel yönetimler bütün güç ve imkânlarını halkımızın ihtiyacı olan kamu hizmetlerine yoğunlaştıracaklar, otel ve benzeri işletmecilik faaliyetlerinden uzak kalacaklardır. Vatandaşlarımızın idare ile veya idari tasarruflar sonucu kendi aralarında meydana gelen anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözümünü esas alan bir sistem geliştirilecek ve seçilmiş kurulların köyde muhtarın ve ihtiyar heyetinin hakemlik işlevlerini yüklenmeleri, evlenme ve nüfus gibi kişi hak ve hürriyetlerini ilgilendiren konularda yetkili kılınmaları sağlanacaktır.
Anayasa’nın Yeniden Düzenlenmesi
Anayasa, Müdafaa-i Hukuk anlayışı doğrultusunda yeniden düzenlenecektir.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve özerk hale getirilmesi çok sıradan ama tehlikeli bir küreselleşme tuzağıdır. Ulus devletlerin zayıflatılması, sınırların ve gümrüklerin geçirgen hale getirilmesi, güçlü merkezi yönetimler yerine, pazarlara daha kolay nüfuz edilmesini sağlayacak zayıf ve küçük ancak kendi kararlarını verebilen dolayısıyla etki altına alınması daha kolay yerel yönetimlerin oluşturulması küreselleşme taktiğidir. Türkiye’de demokratik merkeziyetçi anlayış, Türk yönetim Geleneklerine uygun bir yerel yönetim anlayışı egemen kılınacaktır. Yani talep ve ihtiyaçlar demokratik olarak katılımcılık, dayanışma ve paylaşımcılık esaslarına göre belirlenecek, ancak kararlar, genel toplum çıkarlarına uygun olarak merkezi planlama anlayışı ile belirlenecek ve uygulanacaktır.
Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu
Bugüne kadar gelen her iktidar bu kanunlar kendi iktidarını kuvvetlendirecek şekilde değiştirmiş, iktidardan önce şikâyet ettiği bu kanunları, iktidardan sonra kendisi korumuş ve hatta siyasi çıkarları doğrultusunda değiştirmiştir. Müdafaa-i Hukuk’un temel davaları arasında Milli Egemenlik vardır. Yani egemenliğin millette geri verilmesi yatmaktadır. Şu anda mevcut bu kanunlarla egemenlik millette değil, hatta partilerde dahi değil, partileri ele geçirmiş ve zorla elinde tutan parti başkanlarındadır. Parti başkanları da siyasi çıkarlarını birleştirdiği grupların etkisi altındadır.
Siyasi Partiler Kanunu Müdafaa-i Hukuk anlayışına paralel olarak değiştirilecektir. Halkın partileri veya parti başkanlarını değil, kendilerini yönetecek insanları tanıyarak seçmelerini sağlayacak bir model getirilecektir. Bu model, Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi’nin Tüzüğünde açıklanan Merkez, İl, İlçe, Belde teşkilatlarının seçilmesi modelinin tüm siyasi hayatımıza yaygınlaştırılmış hali olacaktır.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini desteklememektedir. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi mevcut rejimimizin ve anayasal kurumlarımızın işleyişi açısından sakıncalıdır.
Milli Strateji, milli menfaatler elde etmek ve milli hedeflere ulaşmak için barışta ve savaşta, milletin bütün güçlerini bir araya getirmektir. Milli strateji kapsamına, en üst düzeyde uluslararası ve ulusal konulara, sorunlara değinen, çözümler geliştiren Siyaset Stratejisi (Siyasi Strateji) iç ve dış Ekonomik Strateji, Milli Askeri Strateji, Bilim ve Teknoloji Stratejileri, Sosyo-Kültürel, Sosyo-Psikolojik Harekât Stratejileri ve diğerleri girer. Bunların her biri Milli Güvenliği doğrudan ve dolaylı olarak, anında veya gecikmeli şekilde etkiler. Tümü Milli Güvenlik Stratejisini oluşturur. Bu yaklaşımla Milli Strateji ile Milli Güvenlik Stratejisi eş anlamlı ve özdeştir.
Milli Siyaset, milli hedeflere erişmek, erişilen hedefleri korumak ve devam ettirmek, günün şartlarına ve isteklerine uygun biçimde geliştirmek amacıyla girişilen düşünceler davranışlar ve eylemlerdir. Bu nedenle Milli Strateji gerçek anlamda Milli Siyasetin uygulama alanına konulmasının ilke ve esaslarının belirtilmesidir. Bu aşama devletin milli güvenlik ve milli siyaseti uygulamakla ilgili üst düzey organları tarafından gerçekleştirilir. Ülkemizde bu organ Milli Güvenlik Kurulu’dur.
Uluslararası İlişkiler – Dış Politika
Uluslararası ilişkiler bir güç ve rekabet mücadelesidir. Bu mücadelede ulusları (milletleri) devletleri temsil ederler. Devletlerarası ilişkilerin türü ve niteliği ne olursa olsun uluslararası mücadeleyi kapsar. Bu mücadelenin en önemli araçları Diplomasi (Dış Politika) – Ticaret – İktisadi İlişkiler – Kültürel İlişkiler – Örtülü ve Gizli Faaliyetler – Psikolojik Harekât (Kamu Diplomasisi) ve Savaş’tır.
Partimizin Uluslararası İlişkiler de temsil ilkesi cumhuriyetimizin var oluş nedeni olan Türk Milletinin varlığının korunup, geliştirilmesi, davasının, özülküsünün, çıkar ve hedeflerinin gerçekleştirilmesi, sonsuza kadar devamının sağlanmasıdır.
Partimiz açıklanan ilke doğrultusunda barışı, güvenliği esas alan bir Dış Politika’yı esas almaktadır. Tam bağımsız, özgür, egemen, saygın ve onurlu bir Türkiye’nin, çevresinde, bölgesinde, dünyada güçlü bir barış ve güvenlik unsuru olması, dostluğu, adaleti, insan hak ve özgürlüklerine bağlılığı, içeride tam bir istikrara, huzura ve refaha kavuşması, onu bütün güçler, birlikler ve devletler için vazgeçilmez bir konum ve duruma getirecektir. Türkiye’nin açıklanan durumu tüm insanlığın çıkarınadır. Tüm dünyanın güvencesidir.
Partimizin Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika ile ilgili hedefleri ve politikaları şunlardır:
Dolayısıyla Avrupa Birliği’ne üyelik talebimizi geri çekeceğiz. Avrupa Birliği ile her türlü siyasi, ekonomik, işbirliğimiz iyi komşuluk ilişkileri düzeyinde devam edecektir. Avrupa Birliği’ne girilerek elde edilmesi beklenen siyasi, ekonomik, sosyal, bilim ve teknolojik reformları biz kendimiz, kendi çıkarlarımıza uygun olarak, kendi kültürümüze uyumlu olarak daha iyisini yapmaya istek, imkânımız ve gücümüz vardır.
Türkiye’de AB den yana olan kesimler şunlardır: Ermeni soykırımını savunanlar, Kürt bölücülüğünü savunanlar, Kıbrıs’ın verilmesini sakıncalı bulmayanlar, Ekümenik Patrikhane’yi savunanlar, %65 i yabancıların elinde bulunan borsanın ve piyasanın aktörleri. Bunların hiçbiri Türkiye’nin çıkarlarını koruyan kesimler değildir, aksi geçerlidir. Türkiye’de ilk defa, Türkiye’nin çıkarını savunmayanlarla aynı cephede bulunan bir devlet yönetimi vardır. Bu çelişki ortadan kaldırılacaktır.
Güvenliğin Sağlanması ve Tehditle Mücadele
Partimizin Tehditle Mücadele konusundaki hedefleri ve politikaları şunlardır:
Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu iki temel şartı gerçekleştirecek, yönlendirecek, harekete geçirecek, gerekirse tehdidi neye mal olursa olsun kaynağında yok edecektir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kaynağı, Türk Milleti’dir. Türk Milleti, silahlı kuvvetlerini çok sever ve onu kendi davasının, ülküsünün, amaçlarının, çıkarlarının koruyucusu kabul eder. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk vatanının, Türk birliğinin, Türk kudret ve yeteneklerinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Türk topraklarının ve milletimizin özülküsünün gerçekleştirilmesi için milletimizin maddi ve manevi bütün imkânlarıyla desteklediği ve sistemli çalışmalarla, bilgi ve teknolojiyle donattığı, daima güçlendirdiği yenilmesi imkânsız güvencesidir.
Partimiz, Türk Silahlı Kuvvetlerini her alanda ve her konuda çağın, siyasi ve askeri gereklerinin, teknolojinin, bilimin, araştırma ve gelişmelerin zorunlu kıldığı imkân ve kabiliyetlere ulaşmasını görev sayar. Bunun için, Kara-Deniz-Hava ve Uzay Kuvvetlerimizin yeniden yapılanma girişimlerini destekler ve güçlenme çabalarını özendirir.
Partimiz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düşmanı, tehdit ve tehlikeleri caydırıcı, yok edici, vatan topraklarını ve millet varlığını savunucu ve gerektiğinde rakiplerini taarruzları ile etkisiz kılıcı gücü ve etkinliği yanında halkımızın gönüllü katkıları ile iktisadi ve sosyal kalkınmamızda, ilerici ve öncü bir kuvveti olarak vatanına sayısız ve kalıcı hizmetler yapacağına inanır ve bu inancını gerçekleştirmeye çalışır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Görevi; Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk vatanının, Türk milletinin, Türk dünyasının saygınlığını ve onurunu korumaktır.
Partimiz, Milletimizin bağrından çıkardığı, aziz evlatlarından kurulu bu Askeri Gücünün; uluslararası güç ve rekabet mücadelelerinde devletimizin en önemli güvencesini teşkil ettiğine, yurt, bölge ve dünya barışının sağlanmasında en etkin unsur olduğuna olan inancını belirtir ve ilan eder.
Devletimizin, hak ve hürriyetlerimizin, hayat tarzımızın temeli adalettir.
Partimiz, milletimizin adalet anlayışını tarihi ve kültürel değerlerimizle, çağdaş bilgi ve teknolojiyle geliştirerek, bütün ilişkilerimizde ve toplum hayatımızda etkin kılmaya kararlıdır. Bunun için, yargı sistemimiz halkımızın özlem ve beklentileri doğrultusunda yeniden ele alınıp, düzenlenirken aynı zamanda çeşitli program ve toplumsal projelerle, halkımızın adalet anlayışı güçlendirilecektir.
Yargı Gücünün Kaynağı, Millet’tir. Yargı gücü (yetkisi) Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Yargı Gücü; bağımsızdır, tarafsızdır, erdemliği ve halkımızın özlem ve beklentilerini karşılayabilecek bilgi ve deneyim birikimini varlığının esası sayar.
Partimiz Yargı Gücünün bu niteliklerinin gelişerek devamını sağlayacak bütün maddi ve manevi imkânları hazırlayacak, bilgi ve teknolojiyle donatacaktır.
Yargı Gücünün Görevi; bağımsızlığımızın, hak ve hürriyetlerimizin kullanılmasında en önemli ve kesin güvenceyi sağlamak, toplumumuzda halkımızı yormadan, süratli, isabetli, güvenli bir şekilde adaleti dağıtmaktır.
Partimiz her şeyden önce, “geciken adaletin, inkâr edilmiş adalet” olduğu ilkesini benimser. Yargı görevlerinin halkımızın özlem ve beklentilerine cevap verecek şekilde süratli, isabetli, ucuz ve güvenli olması için gereken yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesine öncelik ve ağırlık verir. Vatandaşlar arasında basit hukukî anlaşmazlıkların, vatandaşlarla-idare ve idari tasarruflar sebebiyle vatandaşlar arasında meydana gelecek anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözümlenmesi, hakemlik görevlerinin seçilmiş organlara verilmesi ve bu suretle yargı üzerindeki ağır yük ve baskının giderilmesi çözümleri geliştirilecektir.
İcra Dairelerinin etkinliklerinin, adil, dürüst ve yapıcı bir şekilde artırılması, İnfaz kurum ve kuruluşlarının yeniden düzenlenmesi, Partimizin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır.
Hakimlerimizin, savcılarımızın ve diğer yargı mensuplarının hizmetlerinin onur ve saygınlığı ile orantılı erdeme, bilgiye, deneyime, vatan ve millet sevgisine sahip bulunmaları adaletin toplumumuza eşit dağıtımın manevi gücü ve güvencesidir. Hakim ve savcılarımızın bağımsızlığı ve tarafsızlığı hak ve hürriyetlerimizi kullanmanın ve milli varlığımızı korumanın, Türk demokrasisinin işlerliğinin temelidir.
Partimiz bu ilke ve esasların geliştirilerek toplum değerlerimizi güçlendirmesini benimsemektedir. Hakimlerimizin, savcılarımızın ve yargı mensuplarının maddi ve manevi imkânlarla desteklenmelerini vazgeçilmez bir ilke kabul etmektedir. Bunun için öncelikle, hakim ve savcılarımızın tüm sosyal haklarına ek olarak, hayatlarının, sağlıklarının, çalışmalarının çeşitli risklere karşı sigorta ettirilmesi, bunlar için kendilerine hiçbir yük ve yükümlülük getirilmemesini, aynı durumun aileleri içinde geçerli kılınmasını sağlayacaktır.
İktisadî hayat anlayışı ve yaklaşımı; Millet iradesini, milletin sahibi bulunduğu iktisadî kaynaklarına, ilişkilerine ve toplumumuzun iktisadî faaliyetlerine egemen kılmaktır. Bir başka deyişle, Millet egemenliğini, iktisadî hayatın esası kabul etmektir. Millet egemenliğinin ülkemizin iktisadî güç ve imkânlarına, ilişkilerine ve toplumumuzun iktisadî faaliyetlerine yaygınlaşmasını ve hâkim kılınmasını sağlamaktır. İktisadi hayatta tam bağımsızlık ve refah, tüm milli güç unsurlarının bağımsızlığının birinci şartıdır.
İktisadî kaynakların sahibi vatandaşlardır. Bu kaynakların kullanılması, işletilmesi, üretilmesi, üretime hazır duruma getirilmesi ve tüm iktisadî faaliyetlere konu olacak şekilde yönlendirilip, yönetilmesi vatandaşların iradelerine, kurdukları ve/veya katıldıkları işletmelere aittir. Özel mülkiyet esastır. Devlet, güvenlik, adalet, sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim dışında kullandığı bütün iktisadî kaynakları, imkânları ve etkinlikleri vatandaşların özgür iradelerine ve mülkiyetlerine bırakmak zorundadır.
Temel Esas: Siyasî iktidarın veya siyasî iktidar sahiplerinin ülkenin iktisadî kaynakları, zenginlikleri ve toplumun iktisadî faaliyetleri üzerindeki etkinliklerinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Türk Demokrasisinin gerçek anlamda kurulmasının ve Türk İktisadî Demokrasisinin oluşturulmasının ve Millet Egemenliği’nin tam anlamıyla sağlanmasının tek yolu, iktisadî hayatın ve iktisadî hayattaki bütün faaliyetlerin vatandaşların serbest, yaratıcı, çalışkan ve mücadeleci iradelerine bırakılmasıdır.
Güçlü bir “Ulusal Pazarın” (Milli Pazarın) kurulması, üretim anlayışımız, her alanda yapılacak üretimin dünya pazarlarında kolayca talep görecek kalitede ve düzeyde olması, rekabet gücüne sahip bulunması ve halkımızın ihtiyaçlarını karşılayacak miktarlarda yapılması ve sürekli geliştirilmesi esasına dayanır. Milletimizin sahip olduğu ve doğrudan üretime koyabileceği kaynaklar dikkate alınarak ve dünya pazarlarında mukayeseli üstünlüğü sağlayacak özellikleri dikkate alarak üretilecek mal ve hizmetlerin seçimi ve halkın bu doğrultuda yönlendirilmesi, özendirilmesi, desteklenmesi bir kamu hizmeti olarak kabul edilmelidir. Bu alanda Devletin, araştırma ve geliştirme ve planlama hizmetlerindeki öncülüğü, halkında katılımıyla sürekli kılınmalıdır.
Üretim, bilgili ve yetişmiş insan gücü, çağdaş teknoloji ve sağlam ve sağlıklı öz kaynaklara dayanan sermaye ile yapılmalıdır.
Üretim alanında devletin yol gösterici, özendirici, destekleyici ve tüketiciyi koruyucu, serbest rekabet ortamını yaratıcı görevleri halkın da katılımıyla sürekli kılınmalıdır. Toplumda sosyal ve iktisadî mutabakatın ve dayanışmanın oluşturulması başarı ve gücün ilk şartıdır.
Mübadele – Pazarlama Ve Dağıtım
Mübadele-Pazarlama-Dağıtım ve Tüketim sürecinde vatandaşlarımızın serbest iradelerinin oluşturacağı ortam iktisadî hayatımızın temelidir. Vatandaşlar ürettikleri mal ve hizmetleri yurtiçi ve yurtdışı piyasalara, pazarlara kolayca taşıyabilmeli, dağıtabilmeli, pazarlayabilmelidir. Devletin bu konulardaki görevi alt yapıların tamamlanması, güvenliğin sağlanması, uluslararası ilişkilerin kurulmasıdır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, yukarıda vatandaşların serbest iradeleriyle kurulan ortama müdahaleleri, işletmecilik, ticaret, ortaklık gibi benzeri faaliyetlerde bulunmaları kabul edilemez.
İktisadî Kalkınma, hayat tarzımızın en önemli özelliklerinden biridir. İktisadî kalkınmanın amacı, fert başına düşen millî gelirin ileri sanayi ülkelerinin düzeyine çıkarılması için, bütün kaynakların en doğru, en verimli ve etkin şekilde, değerlendirilip üretime yönlendirilmesiyle, toplumun refah ve mutluluğunun sağlanıp, geliştirilmesidir. İktisadî kalkınmanın ilk hedefi, her alanda güven içinde, mutlu ve refaha ulaşmış vatandaştır. İkinci hedefi, açıklanan vatandaşlardan meydana gelmiş toplumun çağdaş bilim ve teknolojilerle donatılmış olarak ve belirlenen özülkü doğrultusunda millî hedeflere ulaşmasının sağlanmasıdır. Millî hedefler ise, çağdaş, ileri, sürekli gelişen halkımızın düşünceleri, ümitleri, beklentileri doğrultusunda tespit ettiği ve varılması gereken aşamalardır. İktisadî kalkınmada kamu kurum ve kuruluşlarımızın görevleri olduğu gibi vatandaşlarında görevleri ve rolleri vardır.
İktisadi Kalkınmada Kamunun Görevi
İktisadî kalkınmada kamunun görevi, her vatandaşın güvenlik ve huzur içinde, kendisini objektif bir adalet düzeninin parçası hissederek çalışmasını, mal ve hizmet üretmesini ve teknoloji yaratmasını sağlamaktır. İktisadi kalkınmada kamu, yönlendirici, özendirici, destekleyici roller üstlenir. Girişimcilere teknoloji, proje, bilgi sağlar, ihtiyaç ve taleplerini karşılar. Partimiz bu esaslara uygun olarak kamu görevlerini yeniden belirler, idari yapılanmayı düzenler. Bölgesel gelişmişlik farklılıklarını giderecek, gelir dağılımı dengesizliğini düzeltecek, tam istihdamı sağlayacak önlemler alır. Alt yapı hizmetlerinin süratle tamamlanmasını gerçekleştirir.
Ekonomide tam bağımsızlık ve refah, siyasette, askeri faaliyetlerde ve toplumsal-kültürel alanda da tam bağımsızlığın birinci şartıdır.
Bugün ekonomik olarak bağımsız değiliz. Dolayısıyla Tam Bağımsızlığın birinci şartı bugün mevcut değildir. Bazı rakamlar:
Müdafaa-i Hukuk’un Ekonomi Politikası
Ekonomide Tam Bağımsızlık için IMF ve Dünya Bankası ilişkilerine son verilecektir. Dünya Ticaret Örgütü ve diğer uluslararası ticaret anlaşmaları tekrar gözden geçirilecek, bağımlılık yaratan hükümlere karşı önlem alınacaktır.
Gümrük Birliği, üye ülkelerin AB’ne alınması karşılığında, üye ülkenin fedakârlık ettiği, AB’ne sunduğu bir ödüldür. Türkiye dışındaki tüm ülkeler önce üye olmuşlardır, ondan sonra Gümrük Birliği’ni imzalamışlardır. Bizde tam tersi olmuş, üstelik yaygın basınımız, politikacılarımız, bazı sözde aydınlarımız tarafından bayram ilan edilerek karşılanmıştır. Gerçekte ise, henüz olgunlaşmamış, sermaye birikimi sağlayamamış ve tek fırsatı kendi iç pazarında büyümek olan küçük ve orta ölçekli firmalarımız, güçlü Batılı şirketler ile rekabet edemeyerek yok olmuşlardır. Gümrük Birliği tek taraflı anlaşma gibidir. AB ülkeleri Türk Pazarı’nda istedikleri ürünü istedikleri şekilde satabilirken, Türk Şirketlerinin önüne çok sayıda kota, tarife dışı engel, vize problemi gibi sıkıntılar koyulmaktadır. Ayrıca Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB ülkeleri haricindeki ülkeler ile olan ticaretinde de kendi kararlarını almasını engellemekte, AB’ne bağımlı hale getirmektedir. Dolayısıyla, ekonomide tam bağımsızlık ilkemiz gereğince Gümrük Birliği anlaşması feshedilecektir.
İktisadi Kalkınma Politikaları
İktisadi kalkınmanın Finans Kaynağı
İktisadi Kalkınma için gerekecek finans kaynağı
ile yaratılacaktır.
Kayıt Dışı Ekonomi ve Yolsuzluk ile Mücadele
Sanayi, Ticaret ve Yerli Üretim
Yerli üretimin güçlenebilmesi için işçilik maliyetleri haricindeki tüm girdi maliyetlerinin düşürülmesi sağlanacaktır:
Son elli yıldır yapılan hatalar, ülkemizin ulusal bir ekonomik vizyon ve hedefinin olmaması sonucunda büyük Türk sermayesi Batıya yanaşmak zorunda kalmış bunun sonucunda Batı sermayesi ile bütünleşmiştir. Zaman zaman Batı’nın çıkarları Türkiye’nin çıkarlarının önüne geçmektedir. Büyük sermayenin tekrar ulusallaşması sağlanacak, kendi kaynaklarımızla kar maksimizasyonunun yapılacağı konusunda ikna edileceklerdir. Batı yanlısı yerli sermayeyi ulusallaştırmak için avantajları hissettirilecektir. Bu avantajlar şunlardır:
Türkiye’nin Stratejik Avantajları
Türkiye’nin stratejik avantajları Türk Halkı için hayata geçirilecek, kullanılacaktır. Bunlar:
Devletin Ekonomideki Yeri ve Özelleştirmeler
Faiz-kur-enflasyon Politikamız
Borca batmış ve üretimi düşük ülkenin devleti yüksek kur ve düşük politikası uygular çünkü borcunu ödemek için borç almalıdır, bunun için faizi yüksek tutar; dış borç stokunu azaltmak zorundadır, bunun için kuru düşük tutar. Ayrıca ekonomi dışa bağımlı ise ve girdileri dışarıdan alıyorsa kuru düşük tutacaktır ki ithalat maliyeti düşük kalsın. Dolayısıyla, Devletin borçlanma ihtiyacı ortadan kalkınca doğal olarak faizler düşecek, yatırımlar artacaktır, kur göreli olarak yükselecek, ihracat artacak, ithalat azalacak, dış ticaret açığı azalacak, cari açık azalacağı için dış borçlanma ihtiyacı ortadan tamamen kalkacaktır.
Yoksulluk ve yoksullukla mücadele iktisadi ve sosyal kalkınma sürecinin en önemli konusudur. İktisadi ve sosyal kalkınma çaba ve faaliyetlerinin belirlenen hedeflere ulaşabilmesi, sürdürebilir güç ve imkânlara sahip olabilmesi yoksullukla mücadele düşüncesine, azim ve kararlılığına bağlıdır. Hiçbir iktisadi kalkınma ve büyüme faaliyeti, yoksulluğu engellemeden, tüketmeden ve ortadan kaldırmadan toplumda huzur ve refahı sağlayamaz.
Ülkemizin en önemli, gerçek ve temel sorunlarından biri yoksulluk, diğeri cehalettir. Biri, diğerinin sebebi ve sonucu olan, birbirlerini üreten, besleyen ve çözümlerini zorlaştıran bu sorunlar, toplumumuzda genel güvensizliğin ve geleceğe olan ümitlerin yok olmasının başlıca nedenleri ve kaynaklarıdır. Bu sorunlar denetim altına alınmadıkça, iktisadi ve sosyal kalkınmada en öncelikli konular sayılıp, çözülmedikçe kişilerin ve toplumun huzur ve refahını sağlamaya imkân yoktur. Yoksulluk ve cehalet sorunları milli varlığımızın devamı, korunup geliştirilmesi için en büyük tehdit ve tehlikeleri oluşturmaktadır. Bu yaklaşımla, yoksulluk ve cehaletle mücadele milli nitelik taşır ve bir “millet sorunudur”.
Asgari gıda, konut, sağlık, eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli gelir, araç, donanım ve imkânlarının olmaması sonucu ortaya çıkan yoksulluk, istihdamın yetersizliği (iş ve hizmet alanlarında çalışma) ve değişik türden ayrımcılığın uygulanması oranında artar. Buna “Yoksullaştırma Olgusu” denir. Bu durumda kişi, karar alma mekanizmalarından dışlanır. Siyasi sürece, iş hayatına, kültürel hayata katılımı kısıtlanır ve süreklilik kazanır. Sonuçta “yoksulluk” toplumsal bir tehdit ve tehlike oluşturur. Denetim altına alınması, ortadan kaldırılması gereken “milli bir sorun” durumuna gelir.
Küreselleşme diğer ismiyle globalizm, günümüzde çok kullanılan kavramlardır. Kişilerin, ailelerin, toplumların, devletin hayatının her alanını yani siyasi, ekonomik, kültürel, bilimsel ve teknoloji hayatının tamamını etkilemektedir. Milli Güç unsurlarımızın tamamı üzerinde etkisi vardır. Küreselleşme kendisini iki boyutta hissettirmektedir:
Unutulmaması gereken konu şudur: Küreselleşme yeni bir kavram değildir. 16.yy’dan beri var olan Batı emperyalizminin son yüzüdür. Sömürgeleşme, liberalizm, kapitalizm, Yeni Dünya Düzeni ne ise Küreselleşme odur. Tek farkı sömürünün araç gereçleri ve sayısal boyutudur.
Bugün Batı’yı ve Batı demokrasisini şirketler yönetmektedir. Şirketlerin tek bir amacı vardır: neye mal olursa olsun karlarını azamileştirme. Küreselleşme ideologlarına göre karın azamileştirilmesi karşısında ne varsa yıkıp geçilmelidir. Eğer bu ulus devletler ise, ulus devletler, sınırlar ise sınırlar, gümrükler ise gümrükler. Müşteriler ve doğal kaynaklar ile şirket arasındaki tüm duvarlar yıkılmalıdır. Müşterinin manipülasyonunu engelleyecek her türlü olgu ortadan kaldırılmalıdır. Konu sadece müşteri de değildir. Maliyetler, maliyetleri oluşturan tüm kalemlere kolayca ulaşım amaçtır: Hammadde, Coğrafya – ulaşım, İşçilik – bilgi işçiliği. İşte Küreselleşme, şirketlerin karlarını azamileştirmek için ihtiyaç duydukları düşük maliyet, kontrol edebilecekleri cazip pazarlarda yüksek satış adedi hedefleri gerçekleştirmek için yararlandıkları sistemin bütününe verilen addır.
Yirmi dört saat ayakta olan Dünya ekonomisi hızla değişmektedir ve ulusal ekonomileri etkisi altına almaktadır. İster gelişmiş olsun, isterse gelişmekte olan ülkeler küreselleşme dışında kalamaz. Önemli olan bu küreselleşme dalgasını yakalayıp üzerine çıkabilmektir. Çıkanlar daha hızlı büyüyecekler ve ileri ülkeler arasına gireceklerdir. Bunu başaramayanlar ise büyük güçlüklerle karşılaşacaklardır.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi olarak hedefimiz, küreselleşme dalgasını yakalayıp üstüne çıkmak iken, bir yandan da küreselleşme olgusunun düşünce ve hayat tarzımız, Milli Kimlik ve Milli Benliğimiz üzerinde olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak her türlü siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel önlemleri almak, bu önlemleri bilim ve teknoloji ile destekleyerek uygulamaktır.
Kamu Maliyesi, devletimizin güç ve kudretinin, onur ve saygınlığının temel unsurlarından biridir. Bağımsızlığımızın, egemenlik haklarımızın, hak ve hürriyetlerimizin korunması, toplumda huzurun, istikrarın ve refahın sağlanması, manevi değerlerimizin kuvvetlenerek devamı, iktisadi hayatın verim ve etkinliği ancak güçlü bir kamu maliyesiyle mümkündür. Kamu maliyesinin gücü, bu hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşların ve bunların üstlendikleri yükümlülüklerin ve yaptıkları işlemlerin yurtiçinde ve yurtdışında sağlayacakları güven ve saygınlıkla orantılıdır.
Güvenilir bir kamu maliyesinin kuruluş ve işlerliği belirli ilkelere bağlıdır. Bunlar:
Partimiz, konsolide bütçe başta olmak üzere yerel yönetimleri (Belediyeler, İl Özel İdareleri, İller Bankası, Su ve Kanalizasyon İdareleri) Kamu İktisadi Teşebbüsleri (Kitler), döner sermayeli ve sosyal güvenlik kuruluşlarını ve çeşitli nedenlerle oluşturulmuş fonları bir bütün olarak ele alır. Kamu ekonomisinin finansman kaynağı ve temel unsuru olarak kabul edecektir.
Bir ülkenin mali yapısı, o ülkenin milli parasından, bankacılık ve sigorta hizmetlerinden ve sermaye piyasasından oluşur. Toplum hayatının, ekonominin, kamu maliyesinin ve mali yapının temeli Milli Paranın İstikrarı üzerine dayanır, milli para üzerinde yükselir. Milli Para, devletin bağımsızlığının, özgürlüğünün, onurunun, saygınlığının, yurt içinde ve dışında etkinliğinin simgesi ve güvencesidir.
Milli paranın çeşitli nedenlerle sürekli değer kaybına ve istikrarsızlığa uğraması durumunda bağımsızlık, egemenlik, hak ve hürriyetler, adalet gibi bir toplumun (milletin) varlık nedeni sayılacak kavramlar, değerler, kurumlar anlamlarını yitirir. Milli güç unsurlarının gelişmeleri zorlaşır veya ağır bedeller ödenmek zorunda kalınarak gelişmeleri sağlanabilir, etkinlikleri zayıflar ve zaman içerisinde erir.
Ünlü iktisatçılar “İstikrarsız bir parayla kalkınmaya kalkışmak, eksik alfabeyle dil oluşturmaya benzer” derler. Ülkemizde Türk Lirasının ve dolayısıyla fiyatların genel düzeyinin istikrarı devlet ve fertler için bir değişken değil bir veri olmalıdır. Ancak böyle bir ortamda enflasyon düşer, tasarruf ve ona bağlı yatırım, üretim ve ticaret gelişir, refah artar, toplum huzura kavuşur. Bu sağlandığı takdirde Türk Lirası döviz durumuna gelir ve başta birinci kuşak ülkeler olmak üzere tüm dünyada aranan, güvenilen bir para olur.
Partimiz, mali yapının önemli unsurlarından biri olan bankacılık hizmetlerini, her şeyden önce sermaye birikiminin ve sermayenin ülke kalkınmasına, iktisadi gelişmelere yayılmasına yardımcı olacak en önemli araçlarından biri olma görevini açıklar. Bu nedenle bankaların temel özellikleri güven duyulan kuruluşlar, kurumlar ve işletmeler olmalıdır. Bankaların sürekli denetimi yanında kendi aralarında oto kontrol ve risk paylaşımı sistemini de kurmaları, halkla bütünleşmeleri ve sürekli güven tazeleyici davranışlarda ve uygulamalarda bulunmaları gereklidir. Devletin kontrolü altındaki bankaların ve finans kuruluşlarının ise özelleştirme yolu ile hisselerini halka satmak, yönetim ve genel kurullarını banka hissedarı halka bırakmak ve açıklanan sisteme girmelerini özendirip, desteklemeyi en uygun ve yararlı yollardan biri kabul eder.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi’nin Mali Yapı ve Finans Sistemi ile ilgili politikaları şunlardır:
Partimiz, ülke vatandaşlarının ayırım yapmaksızın sağlık, kaza ve hayat sigortası poliçesine sahip olmalarını, sigorta ve sigortacılık hizmetlerini her alanda güçlendirirken aynı zamanda sağlık ve sosyal güvenlik ihtiyaçlarını da karşılayacak ve destekleyecektir. En önemli ve etkin bir sonuç da, sigorta şirketlerinin standartlarının yükselerek fertlerin hayatlarının her safhasında uygulanmasının gerçekleştirilmesidir. Bu yolla “Yaşam Kalitesi” yükselecek, hayat tarzımız çağdaş gelişmeleri bünyesine katarak güçlenecektir.
Sosyal Güvenlik Kurumları tek şemsiye altında toplanacaktır. Sosyal sigorta fonlarının cazibesi arttırılıp, prim tahsilatı yükseltilmelidir. Bu kurumlar mevduat sahibi büyük bir banka gibi çalıştırılacaktır. Gelişmiş ülkelerde sermaye ihraç eden ve gelir elde eden fonlara sahip sosyal sigorta kurumları benzeri, Türkiye’deki kurumlar da ulusal sanayiye kredi veren kuruluşlar haline getirilecektir.
Türkiye, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişini tam olarak tamamlamadan, dünyanın ileri ülkeleri, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişlerini tamamlamışlardır. Türkiye’nin içinde bulunduğu zorlukların çoğunun temelinde bu vardır. Bu zorlukları aşmanın tek yolu insan kaynağımızı eğitmek, üst düzeyde verimli ve nitelikli teknik kadrolar yaratmaktır.
Tarım, sanayi ve bilgi sektörlerinin uluslararası platformda rekabet sağlayabilmesi için her kademede (işçi-memur-yönetici) yüksek eğitimli insan kaynağına ihtiyaç vardır. Bu kaynak ancak devletin öncülüğünde yaratılabilir.
Partimizin İnsan Kaynakları konusunda açıklanan hedeflere ulaşmak için izleyeceği politikalar şunlardır:
Araştırma ve Geliştirme (Arge) Ortamı
AR-GE, özellikle tüm insanlığı saran kaçınılmaz bir politik vak’a olan küreselleşme ortamında milli kimliğimizi, tarihimizi, kültürümüzü, birlik ve dirliğimizi koruyabilmemizin en önemli güvencelerinden biri olmalıdır. Bilim ve teknolojiye önem vererek, çağdaş gelişmelere paralel ve en üst düzeyde bilim ve teknoloji üretimi, milletimizin, sosyal hayatın her alanında uluslararası platformda etkin ve güç sahibi olmasını sağlayacaktır.
Ülkemizin doğal kaynakları ve iktisadi zenginliklerinin başında vatan topraklarımızın dünyanın en bereketli ve verimli niteliklere sahip olması ve tarımla uğraşan insan gücümüzün kendine özgü özellikleri gelmektedir. Devlet olarak, toplum olarak ve hatta birey olarak temel insan gücümüzü oluşturan köylülerimizi, toprakla, hayvanla ve sularla uğraşan vatandaşlarımızı, çiftçilerimizi ve çobanlarımızı büyük bir özen ve dikkatle kuvvetlendirmek zorundayız. Bu kuvvetlendirmede çağdaş bilim ve teknolojinin bütün imkân ve fırsatlarının kullanılması yanında onları bilgi ve teknoloji ile donatmak en önemli görevlerimizin başında yer alır.
Toprak varlığımızı korumak ve geliştirmek, tarım ürünlerimizin verimliliğini artırmak iktisadi hayatımızın temeli, millet olmanın gereği ve geleceğimizin güvencesidir. Bu düşünce ve yaklaşımla Erozyonla Mücadeleyi milli bir görev olarak kabul etmeliyiz. İkinci olarak tarımsal üretim yapılabilecek topraklarımızın korunup, genişletilmesini ve sulu tarıma geçişin hızlandırılıp, gelişmesine özen göstermeliyiz.
Partimizin Tarım ile ilgili politikaları şunlar olacaktır:
Hayvan varlığımızın korunması, güçlendirilmesi, geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi halkımızın beslenme, sağlık ve çevre gibi hayati konuları içinde yer alır. Hayvancılığımız bütün yönleri ve özellikleriyle ülkemizin doğal olduğu kadar toplumumuzun sosyal, iktisadi ve kültürel zenginlik kaynağıdır. İktisadi kalkınmamızın vazgeçilmez unsurlarından biridir.
Partimiz Hayvan Varlığımız ve Hayvancılığımız hakkında öncelikli hedefleri şunlardır:
Denizlerimizde ve iç sularımızda mevcut ve/veya üretilecek su ürünlerinin korunması, geliştirilmesi, artırılması yurtiçi talebi karşılaması ve yurtdışına etkin bir biçimde ihracı iktisadi hayatımızın ve iktisadi kalkınma çabalarımızın öncelikli hedefleri içinde yer alır ve önemli güç kaynaklarımızdandır.
Partimiz halkımızın su ürünleri konusunda aydınlatılmasını, irşad edilmesini, su ürünlerine olan talebinin artırılmasını ve bunlara paralel olarak su ürünleri üreticilerinin bilgi ve teknolojiyle donatılarak güçlendirilmelerini esas alır. Denizlerimizde ve iç sularımızda su ürünlerimizin korunmasını, geliştirilmesini, soğuk ve donmuş gıda zincirinin, konserveciliğin kurulup işletilerek yurtiçinde dağıtım, mübadele ve pazarlanmasının ve yurtdışına ihracatının özendirilmesini, desteklenmesini öngörür. Balıkçılığımızın açık denizlere etkin ve verimli bir biçimde ulaşmasını stratejik bir yaklaşım olarak benimser. Denizlerimizde ve iç sularda yetiştiriciliğin yaygınlaşmasını ve yetiştiricilerin bilgi ve teknolojilerle donatılmalarının gereğine inanır.
Partimizin hukukçuları açıklanan esaslar ve gerekler doğrultusunda hareketle görevlidirler.
Orman Varlığımız ve Ormancılığımız
Ormanlarımız, milli varlığımızın toprak gibi en önemli ve etkin bir parçasıdır. Orman varlığımız hayat tarzımızı şekillendirir. İktisadi kalkınmamıza güç, imkân ve fırsatlar hazırlayan kaynaklarımızın başında gelir. Jeopolitik ve jeoekonomik özelliklerimizi tamamlar. Stratejik ve taktik savunma yeteneklerimizi artırır.
Ormanlarımız, vatanımızın akciğerleri, topraklarımızın kan damarları, doğamızın kendisini koruyup, yenileyebilmesi kaynağıdır. Onlar atalarımızdan bizlere yaşatmamız ve geliştirerek gelecek nesillere teslim etmemiz için emanet edilen en değerli hazinelerimizdir. Amaç, yaşadığımız dünyada insan-doğa-teknoloji dengesini kurup, düzenleyerek, yurdumuzun ormansızlaşma, çoraklaşma, toprak erozyonu, taşkınlar gibi milli felaketlerden korunmasını sağlamak, yaşayan ve doğmamış nesillerimize ağaçlandırılmış, her türlü doğal ve yapay tehdit ve tehlikelerden korunmuş, yemyeşil ve güçlü bir vatan hazırlamaktır.
Partimizin Orman Varlığımız ve Ormancılığımız konusundaki hedefleri şunlardır:
Ülkemizin coğrafi konumu, jeopolitik, jeoekonomik, jeostratejik özellikleri denizlerimiz ve deniz kaynaklarımızla önemli anlamlar ve değerler kazanmaktadır. Denizlerimiz ve deniz kaynaklarımız milli varlığımızın korunması, geliştirilmesi ve devamı için sayısız imkânlar ve fırsatlar hazırlamakta, potansiyel kuvvetlerimizin ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünü oluşturmakta, milli gücümüzün tüm unsurlarını desteklemektedir.
Deniz ve deniz kaynaklarımız iktisadi, sosyal ve kültürel hayatımızı güçlendirecek, iktisadi faaliyetlerimizi çeşitlendirip, dünya pazarlarına ulaştıracak, iktisadi kalkınmamıza hareketlilik ve ivme kazandıracak, toplumumuzun çağdaşlaşma özlem ve beklentilerini gerçekleştirecek özelliklere, niteliklere ve etkinliklere sahip bulunmaktadır.
Bugün, Karadeniz’i, Ege ve Akdeniz’e; Akdeniz’i, Ege ve Karadeniz’e bağlayan kıyılarımız, karasularımız ve Boğazlarımız Anadolu’nun bütünlüğünü sağlamaktadır. Bu kıyılarımız, karasularımız ve deniz yataklarımız paha biçilmez güzellik ve zenginlikleriyle toplumumuzun denizle olan bağını geliştirmekte, denizciliğimizin dünya denizlerine açılmasının doğal ve hazır bir ortamını oluşturmaktadır.
“Arkadaşlar, en güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.” Partimiz Yüce Atamızın açıkladığı hedefe ulaşmasının, yeni bir devrimle gerekli olduğu inancındadır. Bu devrim “Mavi Devrim”dir.
“Mavi Devrim” hareketinin öncelikli hedefleri ve politikaları şunlardır:
Madenlerimiz, milli varlığımızın ayrılmaz parçası ve unsurları. İktisadi kalkınmamızın itici gücüdürler. Doğal kaynak ve zenginliklerimize millet egemenliğinin bütün anlam ve kapsamı ile etkinliği bağımsızlığımızın bir şartı, toplumumuzun ve insanımızın refah ve mutluluğunun dayanağıdır.
Partimizin Maden ve Madenciliğimiz konusundaki hedefleri şunlardır:
Partimizin Gri Devrim’i gerçekleştirinceye kadar açıklanan hedefler doğrultusunda politikaları şunlardır:
Madenlerimiz ve doğal kaynaklarımız, kendi ulusal kaynaklarımıza dayanma ilkemizin temelini oluşturmaktadır. Yerli, ulusal sanayinin ihtiyacı olan hammadde girdisinin ucuza temini ve hammaddelerin işlenerek katma değeri yüksek ara mamul halinde ihracatı temel ekonomik amaçlardandır. Bu yaklaşımlarla:
Partimizin Enerji konusundaki politikaları şunlardır:
Bir millet, ülkesinde kurup bilgi ve teknoloji ile geliştirip, yaygınlaştırdığı ulaşım ağları oranında hür, egemen ve çağdaş sayılır. Vatan toprakları üzerinde güvenle ulaşılamayan herhangi bir coğrafi yer veya alanın bulunması durumunda o ülkede milli birlik ve bütünlükten söz edilemez.
Partimizin Ulaşım Hizmetleri konusundaki politikalarının esası, güvenli bir taşıma sisteminin kurulup geliştirilmesine ve sürekli yenilenebilir bir çevre duyarlılığına dayanır. Bu hizmetler, iktisadi ve sosyal kalkınmayı desteklemeli, dar boğazlar oluşturulmamalı, ulusal ve uluslararası ticareti kolaylaştırıp, etkin kılmayı, katma değer üretmeyi, ödemeler dengesini zorlaştırmamayı öngören politikaların üretilmesini gerektirir. Bu yaklaşımla:
Vatandaşlarımızın ülke ve dünya sorunları hakkında bilgi sahibi olmaları, haberleşmeleri en doğal haklarıdır. Siyasi iktidar ve bürokrasi, vatandaşlarımızın bu hakkını kullanabilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla mükelleftir. Haber alma özgürlüğünün ve haberleşme güvenliğinin en yüksek teknolojilerle sağlanması devletin görevidir.
Ülkemiz, bölgemiz, Türk Dünyası ve diğer bölgelerde doğru ve güvenilir haberleşme imkânını tesis etmelidir. Bu amaçla hedef, yüzde yüz Türk yapımı uyduları Türkiye’den fırlatabilme bilgi ve teknolojik altyapısına kavuşmaktır.
Partimizin Haberleşme ve İletişim Hizmetleri konusundaki politikaları şunlardır:
Turizm, çeşitli sanayi ve hizmet sektörlerini harekete geçirme, istihdam yaratma ve katma değer sağlama kapasitesine ve özelliklerine sahip bulunmaktadır. Bu bakımdan iktisadi kalkınmamızın kaynak üreten bir sektörüdür.
Turizm ayrıca tarihi ve kültürel mirasımızı, gelenek ve göreneklerimizi tanıtmanın, korumanın ve geliştirmenin önemli ve vazgeçilmez bir aracıdır. Turizm, hayat tarzımızın önemli özelliklerini bünyesine alabilen, bu niteliği ile başka toplumlarla, halkımızın yakın temasını sağlayan, karşılıklı ilişkilerinin gelişmesine yardımcı olan bir hizmet sektörüdür.
Partimizin Sağlık konusundaki hedefleri şunlardır:
“Türkiye Sağlık Cumhuriyeti Projesi”, beş yıl sonunda bütünüyle ve eksiksiz olarak hayata geçirilecektir. “Türkiye Sağlık Cumhuriyeti Projesi” ile ülkemizde sağlık hizmetleri alanında, düşünülüp değerlendirilmemiş hiçbir ekonomik kaynak, çözülmek üzere projelendirilmemiş hiçbir sorun, tamamlanmamış hiçbir yatırım ve hiçbir atıl insan gücü bırakmamak amaçlanmıştır.
“Milli Sağlık Vakfı” derhal kurulacak ve ilk iş bu vakfa olabildiğince çok sayıda ve güçlü kaynaklar sağlamak olacaktır. Bu vakıfta, halkımızın doğrudan temsil edilebilmesi için en küçük yerleşim birimi olan her mahallede, o mahallenin muhtarlığında bir “Sivil Sağlık Örgütü” oluşturulacak, bunun başkanı gönüllülük esasına dayanarak o mahallede oturan bir doktor, o ilçenin kaymakamı tarafından tayin edilecek veya otomatikman o mahallenin Aile Hekimi, Sivil Sağlık Örgütü’nün de başı olacaktır. Diğer bir üye sağlık ocağı doktoru yoksa, sağlık evi hemşiresidir. Kalan dört üyenin üçü halktan kişiler ve muhtarın kendisidir.
Türkiye’nin hedeflenen sağlık düzeyine ulaşması için bu vakfı; vatandaşlarımızın tümünü kapsayan genel sağlık sigortası kasasına akacak öncelikle yurtdışı sonra yurtiçi gelir kaynakları, fonlar, iratlar, işletmeler ve halkın sırtına yük teşkil etmeyecek primler ile beslemek gerekmektedir. Gelir kalemleri arasında en başta yer alacak olan kaynak yurtdışına sağlık hizmeti ihraç etmek olacaktır. ABD de ve AB ülkelerinde, sağlık güvencesi (sigorta) sistemlerinin iflasına yol açan, bu ülkelerde maliyeti çok yüksek olan ağız-diş sağlığı, estetik, genel, kalp, beyin ve sinir cerrahisi dallarında Batı ülkelerine, bu branşlar ve diğer tüm tıp alanlarında; Kafkas, Balkan, Ortadoğu, Afrika ve diğer bütün bölge ülkelerine “Türkiye Sağlık Cumhuriyeti” hizmetlerini en üstün kalitede ve en uygun şartlarda pazarlamak öncelikli işimizdir. Bu pazarlama yapılırken diğer Türk Devletleri ile sinerji içinde, ekonomik, bilimsel ve kültürel köprüler oluşturularak hareket edilecektir. Bu kardeş devletlerle yapılacak iş birliği, sağlık alanında da çok önem verdiğimiz bir konudur.
“Milli Sağlık Vakfı”nda toplanan gelirler ile:
“Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder…” (1925) – “Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, müspet, atılgan, başladığı işleri başarabilecek yetenekte, dürüst, muhakemeli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri yenmeye hazır ve güçlü gençler yetiştirmektir…” (1928) – “Eğitim ve Öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla süs, bir zorbalık aracı yahut medenî bir zevkten ziyade maddî hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılması mümkün bir cihaz haline getirmektir…” (1923) Mustafa Kemal ATATÜRK.
Millî Eğitimin Amacı: Düşünce, tutum, davranış ve eylemlerinde özgüven ve erdem sahibi; millî ve manevî değerlerle, tarihî ve kültürel mirasa, Cumhuriyete, İnkılâplara, Atatürkçü Düşünceye bağlı; vicdanı ve fikrî hür; girişimlerinde, görevlerinde, çevrelerinde dürüst, çalışkan, bilgi ve teknoloji üreten ve kullanan, cesur ve özverili vatandaşlar ve sayılan bu nitelik ve yeteneklerini sürekli geliştiren nesiller yetiştirmektir.
Millî Eğitimin Hedefi: Halkımızın tamamını Atatürkçü Düşünce doğrultusunda çağdaş eğitim ve öğretim imkânlarına kavuşturmak, bilgi ve teknoloji ile donatmak, eğitim ve öğretimin her alanında, her düzeyinde ve her kademesinde kalitenin yükseltilmesini sağlamak, öğretmenleri, öğretim üyeleri ve görevlileri, kısaca tüm eğitim ve öğretim topluluğunu toplum içinde hakları olan onur ve saygınlığa, iktisadî ve sosyal imkânlara ulaştırmak, okumuş ve yetişkinlerin cehaletine, taklitçiliğine ve güvensizliklerine son verecek önlemleri almaktır.
Millî Eğitim Politikalarının başarısı bazı şartlara bağlıdır. Bunlar:
İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur. İlköğretim üç aşamadan oluşur, 12 yıldır. Devlet okulları tarafından verilir. İlköğretim parasızdır. Anaokulları, kreşler dışında ilköğretim ile doğrudan ve/veya dolaylı şekilde ilgili olan ve bu eğitimi veren bütün özel okullar millileştirilir.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi anlayışına göre; Türk inkılâbının gerçek nedenlerini, fikirlerini, oluşumunu anlayan ve benimseyen, Atatürkçü Düşünce doğrultusunda bir hayat tarzını kabul ederek, uygulayan herkes gençtir. Genç, açıklanan düşünceyi şuurlaştıran ve gelecek nesillere ulaştıran kimsedir. Bu yaklaşımla 15-20 yaşındaki bir yobaz ihtiyardır. Yetmiş yaşındaki bir idealist de güçlü bir gençtir. Gençlik, geleceğimizin güvencesidir.
Milli varlığımızın korunması, geliştirilmesi, devamı ve bekası gençlerimizin geleceğe olan ümitlerine, beklentilerine, bu ümit ve beklentileri gerçekleştirme azim ve kararlılıklarına bağlıdır.
Çeşitli sebepler ve olumsuzluklar sonucu tarihinden koparılmış, içinde yaşadığı toplumun siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, teknolojik hayatından soyutlanmış, yaşadığı çevrenin oluşumlarından, etkinliklerinden yoksun bırakılmış, sürekli ve ardarda gelen sorunlarla karşı karşıya bırakılmış gençliğin ne kendisine, ne ailesine ve ne de milletine bir yararı olamayacağı yadırganamaz.
Bir toplumun geleceğini risk ve tehdit altına sokmasının ve hatta bilmeden yok etmesinin en kestirme ve kesin yolu gençliğini küçümsemesi, kötülemesi, gençliğin meydana getirdiği potansiyel kuvveti dikkate almaması ve bu büyük gücün boşuna harcanmasına seyirci kalmasıdır.
Sağlıksız, eğitimsiz, işsiz ve özellikle mefkûresiz, idealsiz her genç, gelecek on yılların sağlıksız, cahil, her görüşe ve her tehdide açık, işe yaramaz güçsüz ailelerinin kaynağını oluşturur.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi gençlerimizin sağlıklı, eğitim imkânlarına kavuşmuş, iş sahibi insanlar olarak yetişmelerini en önemli milli sorunların başında kabul eder. Bu yaklaşımla, gençlerin milli, manevi, kültürel değerlerle, çağdaş bilgi ve teknolojilerle donatılmış olarak yetişmelerini, eğitilmelerini, toplumun gelişmesini, ilerlemesini sağlayacak bütün oluşumlara, etkinliklere katılıp, karar sahibi olmalarını, toplumla bütünleşmelerini, sağlıklı, güvenli bir ortam içerisinde bilgi, yetenek ve becerilerini artırmalarını ve bunlara uygun iş ve çalışma imkânlarına kavuşmalarını kısaca geleceğin refah içinde mutlu Türk toplumunun hazırlayıcıları olmalarını temel ilke kabul eder.
Gençlik ile ilgili hedef ve politikalardan bazıları şunlardır:
Çalışma Hayatının Esasları üç temel düşünceyi ve bu düşüncelere bağlı önerileri kapsar. Bunlardan; Birincisi; Toplumda huzur, barış, güvenlik ve istikrar içinde varlığını devam ettirecek ve başta ülke kaynak ve zenginliklerinin verimli kullanılması olmak üzere iktisadî gücün ve diğer millî güç unsurlarının dengeli bir şekilde gelişmesini sağlayacak çalışma düzeninin kurulmasıdır. İkincisi; Bireylerin serbest iradeleriyle üretim sürecine katılma imkânlarının hakça ve şartlarının insan hak ve özgürlüklerine yakışır biçimde hazırlanmasıdır. Üçüncüsü; Üretim sürecinde çalışmaları, çabaları, faaliyetleriyle yer alan bireylerin (işçilerin, emekçilerin) ücret, iş, sosyal güvenliklerini sağlayacak ve onların mutlu olmalarının yol ve yöntemlerini gösterecek önlemlerin alınmasıdır.
“Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir.” Çalışma, Türk vatandaşlarının var oluş nedeni, onurları ve görevidir. Çalışma hayatı bir çatışma, sürtüşme, üretimi engelleyen, durduran, zarar veren rekabet alanı değil, tam aksine barışı, uzlaşmayı, üretimi artıracak kaliteyi yükseltecek, bir dayanışma ve paylaşma alanıdır. Bunun için:
Dar anlamda tam istihdam, “bir ekonomide çalışma istek ve yeterliliğinde olup da kendisiyle aynı beceri sınıfındaki iş gücü için geçerli ücret düzeyinden çalışmayı kabul eden herkesin iş bulabildiği durum demektir…” Geniş anlamda tam istihdam “emekle birlikte sermaye ve doğal kaynakların da tam kapasiteleriyle çalıştırılmalarını, ekonomide boş duran kaynak bulunmamasını ifade eder…”
Partimiz, “Tam İstihdamı” iktisat politikasının en önemli araçlarından biri; iktisadî kalkınmanın da hedefi olarak kabul eder.
İktisadi Kalkınma Politikaları ve İnsan Kaynakları Politikaları uygulandığında İşsizlik yok edilecek ve Tam İstihdam sağlanacaktır.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi insanı, toplumsal, doğal, moral (psikolojik) ve fiziki varlıklarıyla bir bütün kabul eder. Çevre anlayış ve yaklaşımı da bu bütünlüğü yansıtır. Bu harekete göre Çevre, insanın toplumsal, doğal, moral (psikolojik) ve fiziki varlığının ve bunlar arasındaki ilişkilerin, etkileşimlerin tümüdür.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi’nin amaçlarının başında yaşayan ve doğmamış olan Türk nesillerinin toplumsal, doğal, moral (psikolojik) ve fiziki varlıklarının her türlü tehdit ve tehlikelerden korunması ve bu doğrultuda vatandaşların aydınlatılması, irşat edilmesi ve yönlendirilmesi gerekir. Bugün, insanımızın toplumsal varlığı her türlü çözümleyici, gerici, bölücü, yıkıcı tehlikelere açık durumdadır. Bu durumun en önemli nedeni, Atatürkçü Düşünce’nin toplumumuzu meydana getiren bireylerine verdiği özgüvenin ve çağdaş, ileri, yüksek bir toplum olma aşkının ve kararlılığının yıpranması ve tehdit altına girmesidir.
Yüce Atamızın aramızdan ayrılarak sonsuzluğa yürümesinden sonra, eğitim başta olmak üzere çeşitli yol ve yöntemlerle, dış kaynaklı propagandalarla, yabancı olan her düşünceye, her üretime aşırı hayranlıkla, ideolojik yaklaşımlarla, taklitçilikle bireyin ve toplumun tarih şuuru yok edilmeye çalışılmış, Türk Milletinin binlerce yıllık tarihini meydana getiren her davranış, her eylem, her olay ve her oluşum cehalet, kuşku, garez, küçümseme ve inkâr bulutları arasında kaybedilmeye uğraşılmıştır. Temel kültür unsurlarımızı meydana getiren dilimiz, inançlarımız, müziğimiz, folklorumuz, geleneklerimiz ve törelerimiz ne olduğu belirsiz mozaik ve etnik kültür tezleri, politika ve uygulamalarıyla özünden, bütünlüğünden koparılmaya girişilmiş ve açıklanan unsurların gelişmesine engel olunarak gelecekte köksüz, dilsiz, müziksiz, geleneksiz bir toplum yaratılmak istenmiştir. Siyasi, iktisadi, sosyal, kültürel, bilimsel ve teknolojik hayatımızda, bireylerin güvenlik, sağlık, eğitim gibi doğrudan varlığını ilgilendiren ihtiyaç ve konularda güvensizlikler artmış ve yaygınlaşmıştır. Bütün bunların sonucu olarak toplumsal varlığımızda dayanışma ve uzlaşma yerini bireysel, günlük çıkar ve çatışmalara bırakmış ve Türk insanının özgüveni üzerinde en büyük en önemli olumsuzluklar yaratılmıştır.
Bugün, insanımızın doğal varlığı, sahibi bulunduğu doğal kaynakları ve zenginlikleri, doğa ile ilişkileri ve etkileşimi de üç büyük tehdit ve tehlike altındadır. Bunlardan birincisi; dünyamızın karşı karşıya bulunduğu genel tehdit ve tehlikelerdir. Ozon tabakasındaki delinme, nükleer atıkların depolanması ve yayılması, orman varlığımızın yok olması, su, toprak, hava kirliliği, erozyon gibi tüm insanlığın kaderini etkileyen tehlikelerdir. İkincisi; yurdumuzun kaynaklarını, zenginliklerini ve güzelliklerini her gün artan bir ölçüde bilgisiz, bilinçsiz şekilde kullanma hırsı sonucunda, büyük ölçüde kirletmemiz, yıpratmamız ve yok etmemizdir. Bu durum sürekli kılınabilir, ekonomik kaynaklarımızı da büyük ölçüde etkilediğinden, gelecekteki refah amacımızı tehdit etmektedir.
Toprağımıza gerekli özeni göstermemek, yeşil alanlarımızı yok etmek, her türlü kirliliği kabullenip bir anlamda çirkinliği hayat tarzımız haline getirmek, bu konuda sayısız örneklerden ancak bir kaçıdır. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, insanımızın sahibi bulunduğu doğal kaynaklar konusunda henüz yeterli bir bilgiye ve bilince ulaştırılmamış olmasıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin vatandaşlarının “deniz, deniz kaynakları, denizcilik…” gibi konularda aydınlatılmamış, irşat edilmemiş, şuurlaştırılmamış bulunması, çok büyük bir kayıp olmakla kalmamakta toplumumuzun doğrudan kaderini etkilemektedir.
Çevre ile ilgili hedef ve politikalardan bazıları şunlardır:
Şehirlerde görülen yığınlaşma, yalnız o kent ve bölge sakinlerinin sağlığını, hak ve hürriyetlerini, iktisadi, sosyal ve kültürel hayatlarını, güvenliklerini, hayat tarzlarını tehdit etmekle kalmayarak, tüm toplumu ve yaşam çevrelerini etkilemekte, milli varlığımızı çeşitli risklerle karşı karşıya bırakmakta, tarihi ve kültürel değerleri zayıflatıp, çözmektedir. Bu durum ne sanayileşmenin ne çağdaşlaşmanın ve ne de her hangi bir gelişmenin sonucu ve göstergesi olabilir. Aksine, mevcut durum, çarpık ekonomik ve sosyal politikaların, bölgesel dengesizlikler yanında bozulan köy-şehir dengesinin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, istikrarsızlıkların ve bir anlamda geri kalmışlığın ve çaresizliğin sonucu ve göstergesidir.
Partimizin Kentleşme konusundaki hedefleri ve politikaları şunlardır:
Halkımızın konut sahibi olma istek ve beklentileri hayat tarzımızın bir özelliği, iktisadi kalkınmamızın gereği, refahın, mutluluğun ve güvenliğin yaygınlaştırılmasının zorunluluğu olarak değerlendirilmelidir. Konut, zenginliğin değil, sosyal adaletin, aile birliğinin sağlanmasının en etkin aracıdır. Mülkiyet hakkının kullanılmasını ve devamının göstergesi, insanca yaşama onurunun ve özel hayatın korunmasının güvencesidir. Devletin vatandaşlarına konut sahibi olacak imkân ve fırsatları hazırlaması, onları özendirmesi ve desteklemesi bir atıfet veya üstlenilmiş bir fazla yük değil, aksine bir yükümlülüğün ve sorumluluğun yerine getirilmesidir. Çünkü, vatandaşların konut sahibi olma hak ve hürriyetlerinin gerçekleştirilmesi çağdaş devlet anlayışının gereğidir.
Partinin konut üretiminde temel düşüncesi, arsa-konut girdileri, finansman gibi desteklerin kamu ve yerel yönetimler tarafından sağlanması, projelendirilmesi esaslarının ve proje üretiminin tamamen kamu ve yerel yönetimlerin sorumluluğuna verilmesi, yapım (üretim) faaliyetlerinin ise, halk tarafından gerçekleştirilmesidir. Halkın, verilen uygun projeleri, belirli girdiler desteğini de elde etmesi halinde konut açığının, standartlara uygun konut üretiminin süratle arttırılarak en kısa zamanda giderileceği kabul edilmelidir. Halkın konut üretimine ilişkin örgütlenme esas ve sistemleri, serbest iradesine bağlıdır. Gereğinde münferit üretimin dahi desteklendirilmesi ve özendirilmesi göz ardı edilmeyecektir. Açıklanan temel düşüncenin, uygulamasında kaynak tasarrufu sağlanacağı, ekonomik kalkınmaya gereken katkıların getirileceği açıktır.
Milli varlığımız, düşünce ve hayat tarzımızı, tutum ve davranışlarımızı oluşturan, geliştiren ve devam ettiren Milli Kültür Değerlerimiz’dir. Bu değerlerimizin başında dilimiz ve dinimiz gelir.
Müdafaa-i Hukuk Hareketinin ilk, sürekli ve vazgeçilemez görevi bilgisizlikle mücadeledir. Son otuz yılı aşan bir süre içerisinde, toplumumuzu, gençlerimizi, yetişen yeni nesillerimizi, çeşitli bahaneler, safsatalar ve çıkar sağlama düşünceleriyle, bilgiden yoksun bırakmaya çalışan ve bunda da önemli başarılar sağlayıp, uzun mesafelere ulaşan politikalarla, fikirlerle, tutum ve davranışlarla mücadele etmek, ülkemizde tek bir okuryazar olmayan ve Türk dilini yeterince kullanamayan vatandaş kalmayıncaya kadar genel kültür hamlelerini devam ettirmek, toplumumuzun bütün kesimlerini çağdaş bilgiyle donatmak ve bilgi talebini artırıcı her türlü girişimlerde bulunmak Partimizin temel politikasıdır.
İnsan dili ile görür, dili ile düşünür, dili ile anlar ve ancak dili ile düşüncelerini, hislerini, duygularını anlatabilir. İnsanın maddi ve manevi, somut ve soyut varlık dünyası ile ilişkilerini ve bağını dil kurar, devam ettirir, geliştirir.
Dil, insanı, toplumu, en gelişmiş şekliyle milleti meydana getiren ve bütün bunlarda dünü-bugüne, bugünü-yarına bağlayan temeldir. Dil olmadıkça ne insandan, ne toplumdan ne milletten ne de milletler ailesinden söz edilebilir.
Tarih: Tarih, dilin oluşumunu, gelişimini ortaya koyacak en önemli bilimdir. Tarih olmaksızın dilin geçmişten günümüze gelişimi izlenemez. Tarih olmadan, atalarımızdan bize kalan en değerli miras ve emanet olan dil hakkında hiçbir bilgi sahibi olunamaz. Bu yaklaşımla, tarihin en önemli meselesi dilin oluşumunu, gelişimini ortaya çıkarmaktır. Ancak, bu görevini yerine getirirken dili bir işaretler sistemi, bir araç gibi gören görüşleri de belirlemesi ve bu görüşlerin meydana getirdiği hataları açıkça ortaya koyması gerekir. Tarihi varlık alanının dile bağımlılığı konusu da ancak gerçekler dünyasında yapılacak bilim çalışmaları ile ortaya çıkabilir. Tarihin dil karşısında ikinci önemli meselesi ise, bugün çeşitli maksatlarla yaratılmak istenen suni (yapay) diller hakkında bilim olarak kesin kararını vermesidir. Bir müessese (kurum) olarak tarih ise, kültürün yapıcı unsuru olan dili zenginleştirmenin, geliştirmenin kaynaklarını hazırlamak meselesiyle karşı karşıyadır.
Bir kültür ve ülkü birliği olarak Türklüğün en önemli konusu dildir. Türk dili binlerce yıllık Türklük dünyasının temelini teşkil etmektedir. Aynı zamanda Türk dili, Türk kültür ve ülkü birliğinin de kurucu unsurudur. Türk dili tarihin en eski, en geniş, en yaygın dillerinin başında gelmektedir. Türk dili bütün dillere yüzyıllarca kaynaklık etmiş, bu dillere birçok kelime vermiş, kurallar getirmiştir.
Bugün dünyada, içerisinde Türk dilinden kelimeler, kurallar bulunmayan hiçbir dil yoktur. Dünyada hiçbir dil, Türk dili kadar büyük hücumlara, yok edilmek gayretlerine, çabalarına uğramamıştır. Hiçbir dil bu kadar düşman sahibi olmamış ve gene hiçbir dil binlerce yıl gücünü ve niteliklerini Türk dili kadar koruyamamıştır. Türklüğün yok edilmesi gayretleri her zaman Türk dilinden başlamıştır. Türk, karşı karşıya kaldığı her yok edilme durumunda, dili üzerinde yapılan her baskı karşısında, yazı diline uzanan her hasmahane harekette, nesilden nesile gelen “öz dilini” unutmamış, o dille düşünmeyi varlığının ve hayatının bir parçası saymıştır. Türk dilinde bu “öz” bugün Türk dünyasının varlığını ortaya koymuştur. Cumhuriyet bu “öz”e dayanmakta, Yüce Atatürk’ün deyimiyle “Kültür temeline oturmaktadır.” Bir kültür ve ülkü birliği olan Türklüğün, Türk dili meselesi iki grupta toplanır. Dilin korunması ve geliştirilmesi. Dil, bağımsız bir ortamda gelişir, güzelleşir, özüne bağlı yeşerir. Bu ortam Türkiye’dir.
Yazısı olmayan veya düşüncesini, duygularını, görgülerini, hislerini kendi yazısı ile anlatamayan, gelecek nesillere aktaramayan bir dil, tam olarak kendi varlık alanını da meydana getirmemiş demektir.
Günümüzde Türk dil ve lehçelerinin başlı başına bir “dil ailesi” meydana getirdikleri ve bunların “Ana Türkçe” denen bir dilden türemiş bulunduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dünya üzerinde ikiyüz elli milyon Türk bu ana dilden türeyen dil ve lehçeleri konuşmaktadır. Bugün, bir kültür ve ülkü birliği olarak Türklüğün en önemli konusu olan “dil” bu önemini devam ettirmektedir. Bir kültür ve ülkü birliği olarak Türklüğün en önemli meselesi ise “Türk Alfabesi”nin, aynı dili ve lehçeleri konuşan bütün Türkler tarafından kullanılmasıdır.
Diline ve inançlarına sahip çıkmasını bilen bu büyük Türklük dünyası, Türk Alfabesinin kullanılmasını bir mesele olarak şuurlaştırmak durumundadır. Türklük dünyası üzerinde oynanan bütün oyunlar önce Türk dilini ve yazısını hedef almışlardır. Bugün durum değişik değildir. Ortak tek bir alfabenin “Türk Alfabesi”nin kullanılması, her şeyden önce bu fikirlerin varlığına, yayılmasına ve şuurlaştırılmasına bağlıdır. Bu fikirlerin yeri ise Cumhuriyet Türkiye’sidir. Türk aydınlarıdır.
Türkçenin korunması ile ilgili politikalardan bazıları şunlardır:
Din, kültürün temel unsurlarından biridir. Devletin din unsuru hakkındaki görevleri, sorumlulukları, yetkileri bu açıdan ele alınmalıdır. Devlet, dil, tarih şuuru, geleceğe inanç, kan bağı, gelenek ve örfler, çeşitli değerler ve benzerleri gibi kültür unsurlarının korunması, geliştirilmesi, yaygınlık kazanması hakkında nasıl çeşitli görev, yetki ve sorumluluklar taşıyorsa, din unsurunun korunması, geliştirilmesi ve yaygınlaşması için de aynı görev, yetki ve sorumluluklara sahiptir.
“Tek tanrı”, “tek yaratan” düşüncesi insanlık tarihinde ilk defa Türklerde başlamıştır. Bu düşünce içerisinde Türkler, bir arayış içerisine girmişlerdir. Çeşitli dinler, çeşitli ilahi sayılan uygulamalarda daima aradıkları “Yaratan”dı.
Türklerin, yaratanı arayış düşünceleri onları İslamiyet’i çok kolay ve kitleler halinde kabule yöneltti. Bu suretle, Türk-İslamiyet’te aradığını buldu ve İslamiyetle bütünleşti. Çünkü, İslamiyet ilk defa “yaratanı” tam, doğru, gerçekçi, akla ve mantığa uygun aynı zamanda tabii olayları açıklayıcı şekilde ortaya koymuştu. Türk’ün yüzyıllardır aradığı “kutsal su” bu idi.
Bir kültür ve ülkü birliği olarak Türklüğün en önemli unsuru dil ve din’dir. Türkle-islamın bütünleşmesi sonucu yepyeni bir Türk kültürü meydana gelmiştir. Tarih içerisinde bu bütünlüğü bozmaya, Türk’ün dinini daha açık bir anlatımla dini inancını zayıflatmaya, hatta yıkmaya yönelik birçok çalışmalar olmuş, yüzlerce yıl bu konu daima Türk’ün düşmanlarının gündeminde bulunmuştur. Bugün de durum değişik değildir.
Partimizin “Din” konusundaki temel ilkesi; “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanlarından çekip alamamıştır ve alamaz.” Özdeyişinden ve toplumumuzun binlerce yıllık tarihinin gerçeklerinden almaktadır. Bu yaklaşımla:
Partimizin “Din” konusundaki hedefi; tam bir vicdan özgürlüğü ve laiklik esasına bağlıdır. Bu yaklaşımla, ülkemizde her vatandaş dilediği inanca, dilediği mezhebe özgür iradelerle bağlanmalı, hukuk düzeni içinde inancının gereklerini yerine getirmeli, hiçbir maddi veya manevi baskıya uğramamalıdır.
Her vatandaş, “Dini en doğru, siyaset ve çıkarlara bulaşmamış en çağdaş kaynaklardan öğrenme hakkına sahiptir.” Bu temel düşünce ile Partimizin temel politikası Dinimizi ayırım yapmaksızın ilköğretim aşamasında bu eğitimi veren okullarımızda öğrenilmesidir. Bunun için bütün önlemler alınacak, bilgi ve teknolojiyle donatılacak okullarımızda gerçek din eğitim ve öğretimiyle yetişmiş öğretmenlerimiz yetiştirilecek, vatandaşlara gereken hizmet verilecektir.
Müdafaa-i Hukuk Hareketi’nin türban sorunu yoktur. Türbanın kökeni itibarıyla Türk İslam Kültüründe yeri olmayan, Türklere Anadolu’daki Hıristiyan giyim kuşam adetlerinin bir parçası olarak geçmiş bir giyinme yöntemi olduğu bilinmektedir. Buna rağmen, bireyleri özgürlüklerinin bir parçası olarak sivil toplum hayatında giyilmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Ancak gerek siyasi gerek dini bir sembol haline getirilmiş olması itibarıyla belirli kurallar dahilinde davranılmak zorunda olunan kamusal alanda yeri yoktur.
İnsan önce kendi varlığı hakkında, sonra çevresiyle ilgi ve ilişkilerinde, tutum, davranış ve eylemlerinde birçok değerlere sahiptir. Yaratılışı ile birlikte insan çözülmesi gereken sayısız sorunlarla karşı karşıya kalır. İnsanın karşılaştığı sorunları çözümlemede bir tavır alma (tutumda bulunma), davranışta ve eylemde bulunmasıdır. Bütün bunları yönlendiren ise “Değerler”dir.
“Değerler”, en geniş anlamı ile “her türlü amaçlar, hedefler, ilgi ve çıkarlar; idealler, ülküler, davalar, güç ve iktidar etkenleri; ün, şan, hırs, yerme, övme, saygı, saygısızlık, inanma ve inanmama, sözünde durma ya da durmama, dürüstlük, sevgi, nefret… gibi” doğuştan var olan veya sonradan kazanılan şeylerdir.
Bilim, değerleri iki grupta toplamaktadır. Bunlar:
1- Yüksek değerler.
2- Araç değerlerdir.
İnançlar, idealler, ülküler, bağlılıklar, dürüstlük, dostluk, sözünde durma, iyilik, yardımlaşma, sevgi, saygı gibi değerler yüksek değerlerdir. Çıkarlar, her türlü maddi değerler, tutkular, güç, iktidar, ün, şan, hırs gibi değerler ise araç değerlerdir.
İnsanların, toplumların, milletlerin ve devletlerin insanlık dünyasında bir varlık olarak yer alabilmeleri, varlıklarını koruyup, geliştirmeleri ancak bağlı oldukları değerlere ve bu değerlerin özelliklerine bağlıdır. O kadar ki, insanlar, toplumlar, milletler ve devletler bağlı oldukları değerlerle tanımlanırlar, tarihi varlık alanında gerçek konumlarını alırlar ve anılırlar.
Bir ülkü ve kültür birliği olarak Türklüğün, önemli meselelerinin başında; Türk toplumunun ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş nedenlerini meydana getiren “değerlerin” korunması, geliştirilmesi ve yaygın hale getirilmesi gelmektedir.
Bugün her Türk, binlerce yıllık tarihinde hiç değişmemiş “değerleri” ile varlıklarını koruyabilmekte, insanlık âleminde gerçek ve hakları olan yerlerini almak mücadelesi vermektedirler.
Türkler, Türk toplumları ve Türk devletleri daima yüksek değerleri kendilerine şiar edinmiş, bu yüksek değerler tarafından yönlendirilmiş, yönetilmiştir. Hiçbir çağ, bu değerlerden Türkleri ayıramamış, koparamamıştır. Bazı örnekler vermek gerekirse; Türkler için “aile” kutsal sayılmıştır. Toprak, su, devlet kutsaldır. Dostluk, söz haysiyeti, ciddiyet, dürüstlük, yoksullara, düşkünlere, yalnız kalanlara, düşman olsa bile aman dileyenlere, zayıflara yardım esastır. “Çocuk” ve “yaşlı” kişiler Türkler’de ayrı bir özene, ayrı bir saygıya sahiptir. “Gençlik” temel varlık şartı görünür. O, her şartta yetiştirilir, bakılır. Hatta “gençlere sevgiden çok, saygı beslenir.”
Türklerde vatan kutsaldır. Vatan savunması daha beşikten başlayan bir görev sayılır. Askerlik, sancak, bayrak her değerin üstünde gelir. İlim ve ilim adamı Türklerde önemli kavramlar, önemli kurumlardır. Adalet, Türk’ün kendisi sayılır. Zulüm affedilmez. Ekmekle oynanmaz. Yazılı her şey değerlidir. Bütün bu değerler, bir ülkü ve kültür birliği olan Türklüğün, hem esas unsurlarını meydana getirir, hem de üzerinde titizlikle durulması gereken meselelerini teşkil eder. Çünkü, bunların yıpranması, zayıflaması yerlerine özellikle araç değerlerin konulmasına çalışılması Türklüğü, karşılaştığı tehditlerin sahasına iter ve tehditlerden önce yok eder.
Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş nedeni, milli değerleridir. Çünkü, bu değerler sonucunda millet mücadelesi başarıya ulaşabilmiş, istiklâl ve bağımsızlık kazanılmış, hürriyet içerisinde Türk toplumu, kendisini bütün insanlık âlemine kabul ettirmiştir. Milli değerler, Türk olmak, Türk gibi düşünmeye, Türk gibi davranmaya ve hareket etmeye bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, her şeyden önce milli değerlere sahibiyetle mümkündür ve sahibiyetle devam eder.
Partimiz her şeyden önce yüksek değerlere sahip, yüksek değerleri koruma ve geliştirme kararlılığında olan kişilerin başlattığı bir düşünce ve eylem birliğidir. Partimizin politikalarının esasları ve onları uygulayanların sorumlulukları, yüksek Türk değerlerini korumak, geliştirmek, yaymak, yayınlamakla yükümlüdürler. İkinci olarak görevleri vatandaşlarımızı bu değerler konusunda uyarmak, aydınlatmak ve irşat etmektir.
Bir kültür ve ülkü birliği olan Türklüğün varolmasında, gelişmesinde en önemli unsurlar ve etkenleri Türk sanatı ve bu sanatın ürünleri, eserleri teşkil eder. Bugün bir Türklük dünyasından söz edebiliyorsak, bunu Türk diline, Türk müziğine, Türk folkloruna, Türk el sanatlarına, Türk gösteri sanatlarına, Türk tezyini sanatlarına ve bu sanatlar arasındaki onbinlerce yıllık tarihi birlik ve bütünlüğe borçluyuz. Türk edebiyatının şiir, roman, hikâye, destan… dallarındaki tutarlı ve “özde” birleşen durumu, Türklüğün varlığında en önemli unsurlardan biri olmuştur. Bütün yok edilme çabalarına rağmen bu “öz” bozulmamıştır, yıpranmamıştır. Varlığını devam ettirmektedir. Mesele, bu varlığı hissedebilmek, anlayabilmek ve bir kültür ve ülkü birliği içinde geliştirmektir.
Beden Kültürü – Beden Eğitimi – Spor
Beden Kültürü, insanın var oluşu ile başlar. İnsanın maddi varlığını koruması, savunması ve ihtiyaçlarını giderebilmesi çeşitli davranış ve eylemlerde bulunmasını zorunlu kılar. Bu genel olarak süreklilik isteyen davranış ve eylemler insanoğlunun fiziki, psikolojik ve düşünce varlığı ile “Bedeni” ile ilgilidir.
Beden Kültürünün kitlelere ulaşmasını ve etkilemesini sağlayan en önemli ve kapsamlı alanıdır.
Partimizin “Spor” konusunda hedeflerine ulaşmak için izleyeceği genel politikalar şunlardır:
Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlüğünü savunmayı, halkın hak ve hukukunu korumayı amaçlayan bir siyasi harekettir. Vizyonumuz, adaletin ve eşitliğin teminatı olarak, toplumun tüm kesimlerinin sesini duyurmak ve çağdaş, demokratik bir Türkiye inşa etmektir.